Bu Blogda Ara

11 Ekim 2011 Salı

10 Ekim 2011 Pazartesi

ziyaretçi defteri

Yeni Sayfa 4







Web sitemiz hakkında ne düşündüğünüzü bilmek isteriz. Lütfen görüşlerinizi
ortak konuk defterine yazın; böylece düşüncelerinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşabiliriz.

Açıklamalarınızı Ekleyin








Açıklamalarınızı gönderdikten sonra, kütüğe eklediklerinizi görmek için bu
sayfayı tarayıcınızla yeniden yüklemeniz gerekir.

Yazar bilgileri buraya yerleştirilir.

Telif Hakkı © 2001 [Kuruluşun Adı]. Tüm Hakları Saklıdır.

Son düzeltme tarihi:
.

8 Ekim 2011 Cumartesi

nart destanları

Çerkez halkının tarihi gelişim yolculuğu içinde üretmiş olduğu ölümsüz destana Nart Destanı kısaca Nartlar adı verilir. Adigelerin türkülerende, melodilerinde, söylencelerinde anlıtmış olduğu yiğitlik öyküleridir.Nart destanları, ünlü Nartolog Hadeğal'e Asker tarafından derlenliş, yedi cilt olarak orjinal anlatımı korumak suretiyle yayımlanmıştır. Hadeğal'e nin derlemeliri içinde Suriye'de Ürdün'de yaşayan Çerkezlerin Anlatımları var, ancak üzülerek söyleyelimki Anadolu'da yaşayan Çerkezlerin anlatımları yok.Bağnazca tutumlar nedeniyle Hadeğal'e Asker'e Bir zamanlar Türkiye'ye giriş izni verilmimiş.Anadolu varyantlı tekstlerin varlığını George Dumezil'e borçluyuz.Dumezil'de derlediği tekstleri sadece İzmit'in Ketence ve Yanık köylerinden derlemiş.Oysa Anadol'da yaşayan Çerkezleren Nart Destanlarını okayarak, ağıtlar söyleyerek uzun kış gecelerini geçirdiklerin biliyoruz.Özellikle Kayseri yöresinde yaşayan Çerkezlerin Bahsimafe Wored(Baksime İçme Türküsü), adını verdikleri on iki bölümden oluşan yiğitlik Nart Destanlarının bölümlere olduğundan hiç kuşku yok.

Çerkezlerin günlük yaşamlarında belirleyici olan pek çok töreye Nart Destanlarında rastlamam mümkündür.Nart destanlarının bir zamanlar, insanlığın gelişim yolculuğu içindeki karanlık dönemlerde, yaşam içinde uyulması yada kaçınılması, doğru yada yanlış olan davranışları belirleyen kurallar manzumesi olarakta sayılabilir.Kuşkusuz eposu tarih olarak kabul etmek mümkün değil ancak, ahlkların tarih içinde almış oldukları yalculukların izini sürebilmek; tasa ve kıvançlarını, düşlerini, doğayı ve insanı kavrayışların boyutunu anlayabilmek için folklora muhtacız.Masallar, halk türküleri, kahramanlık melodileri, kimi çocuk oyunları, tekerlemeler, bulmacalar bize tarihin derinlerinden haberler getirmekte.


Nart Eposunu okuduğumuz zaman tekstlerin aynı yaşta olmadığını anlıyoruz.Anaerkil anlayışı olun tekstlerin yanı sıra babaerkil anlatımı olan tekstlerde var. Elbruz henüz karınca yuvası kadarmışken, çocuklar İdil'i bir adımla geçerken.. diye başlayan anlatımlarla birlikte grizudan "suda yanan ateşten" söz eden tekstlerede rastlamak mümkündür.


Eposta çeşitli görevler üstlenen pekçok tanrı adıyla karşılaşıyoruz.Yarı tanrı, yarı insan tanrıların yanı sıra Sosrıkua, Setenay gibi tamamen tanrısal özellikleri olanlar da Thağeleç, Psetha gibi mevcut.Gerek yarı tanrı, gerekse tanrılar insan yaşamına doğrudan müdahele etmiyor.Örneğin Setenay, insanların yaşamına kolaylaştırmak için orağın, nasıl yapılacağını ve sulamayı insanlara öğretiyor.Thağeleç, daha bol ürün sahibi olabilmeleri için ıslah ettiği tohumu insanlara hediye ediyor.Psetha'nın çaldığı ateşi Sosrıkua geri getiririyor ve insanlara armağan ediyor..


Bilim adamları, gerçekten "Nart" adında bir halkın yaşayıp yaşamadığını tartışıyor.Hadağal'e Askar, yapılan kazılırda, araştırmalarda eposta anlatılan büyüklükte insanın tarihin hiçbirevresinde bu lunmadığını , dolayısıylada böyle bir halkın yaşamadığını; ancak üretilmiş olan eposa, "Nart Eposu" dendiğini öne sürüyor.Kimi bilim adamları da "Nart" isimli bir zamanlar yaşamış olduğunu, bunlarında Adigelerin en eski ataları olduğunu öne sürmektedir.


Adigeyde'de yaşayan bazı bilim adamları, Hadağal'e nın derlemiş olduğu tekstlerin yayınlandıklarından çok daha fazla olduğunu, zamanın ideolojisine uymayan testlerin yayınlanmadığını söylüyor.Eposu okuduğumz zaman Nark Sosrıkua, Setenay Guaşe, Hımışıko Peterez, Nesren Jak'e, gibi kahramanların anlatıldığı pek çok varyanttaki tekstlerin gerçekten mitolojik özellikleri olduğunu görüyoruz.Ancak Kabartey varyantlarında arlatılan "Andemirkan", özellikle Hatıkuay varyantlarında çokca rastlanan "Papko Teterşav" motifleri, mitolojiden masala daha yakınlar.Bu sözümüzden yadsıdığımız, küçümsediğimiz gibi bir anlam çıkarılmasın.Halkların hafızasında masalın ne denli önemli bir yer tuttuğunu, masal kahramanlarının halkın yol göstericileri olduklarını, doğrudan söyleyemedikleri pek çok şeyi masal kahramanlarına söylettiklerini ve yaptırdıklarını biliyoruz.


Nart Mitolojisinin tanıtılması, yaygınlaştırılması ve kolay okunur hale getirmek için yeniden tasnif edilmesi gerekir.Yedi cilde dağılmış olan mitlerin yaşamına anlatan varyantlardar hangisinde daha çok epos özelliği varsa seçilerik otobiyografik anlamda biraraya getirilmesi gerekir.Eposta geçen yer adlari Adigelerin, ilişki kurdağu halkların tespeti veya arkeolojik kazılar için önemli.Bu gün bile Sosrıkua Tepesi adı verilen höyüğün yakınından veya yöresinden geçen yaşlyı kadınlar, otobüsle seyehat etseler bile, hafifce ayağa kalkarak Sosrıkua'ya selam verirler.
Alıntıdır..

çerkez atları

Çerkeslerin efsanevi yoldaşıydı at. Atcılık da binlerce yıllık geçmişten süzülerek gelen bir uğraş. Ancak, yüz yıldan fazla süren yıkıcı Kafkas- Rus Savaşı ve sürgün zamanlarında Çerkes at cinslerinin hemen tamamı kayboldu. Bu eşsiz atlardan geriye sadece tek bir cins kaldı.

Her Çerkes, ata özel bir bağıllık, sınırsız bir sevgi duyar. Onu kardeş sayar, özenle korur. Ata duydukları bu yakınlık ona verdikleri isme de yansır. Çerkesler, ata " şı " der; ki bu aynı zamanda erkek kardeş anlamındadır. Öyle ki Çerkesler, mahmuzu ilk gördüklerinde ne işe yaradığını anlamamışlar ve ata acı vereceği gerekçesiyle benimsememişler. Yine aynı nedenle Çerkes, yumuşak deri uçlu kamçısyıla atına nadiren vurur. Onlar kamçıyı sadece bir simge olarak taşır. Kamçı genç kızın sevgilisine verceceği güzel bir hediye veya atlı oyunlarda ödül olabilir ancak.

Nitekin atla ilgili gelenekler Çerkeslerin yaşamında önemli yer tutar. Örneğin, misafir olunan bir yerden ayrılırken at, başı eve doğru bakacak şekilde durdurulur ve öyle bilinir. Sağdan dönerek avludan çıkmak gerekir, keza at kesinlikle kamçılanmaz. Aksi şekilde davranmak ev sahibinin konukseverliğinden memnun kalınmadığını gösterir. Çerkes geleneklerine göre bir kadının veya yaşlının önünden atla geçmek büyük ayıptır. Atlı 30-40 metre kala atından iner, karşılaştığı kişi yürüyorsa saygılı bir şekilde durur ve sağ tarafından geçmesini bekler. Karşılaştığı kişi yerinde duruyorsa atının dizginlerinden tutarak yanından geçmesi gerekir. Atlının karşıdan gelen bir kadına veya yaşlı bir adama rastladığında atından inerek gideceği yere kadar ya da izin verilinceye kadar ona eşlik etmesi gerekir. Atlıya yaya karşılaştığında önce atlı selam verir. Atlı olarak bir yere gidilirken herkesin konumuna göre bulunması gereken yer belidir. Yaşça küçük olan, „thamade“ nın (yaşlı) solunda yerini alır. Thamadeye birden fazla atlı eşlik ediyorsa büyük olan solunda, daha genç olan sağında yer alır. Ölüm haberi getiren atlı atın ters tarafından, yani sağından iner. Bunun dışında atın sağından inmek uğursuzluk sayılır.

En ünlü Çerkes atı cinsleri Şoloh ve Beçkan´dı. Şoloh, Bestav´da ve Zelençuk vadilerinde, Beçkan ise Adigey topraklarında yaygındı. bu cinslerin Kirim pazarlarında yerli koşu atlarından 25 kat fazla fiyat verilirdi. Şoloh cinsi atların özelliği, toynakların bardak biçiminde olmasi ve arka tırnakların olmamasıydı; bunun için nala ihtiyaç duymuyorlardı. Beçkan, özellikleri açısından eşsiz bir binek atıydı. Çok sabırlı ve dayanıklı, Çerkeslerin yasamının ayrilmaz parçası olan biniciligin bütün gereklerine son derece uygundu. Gerektiğinde yemsiz 3-4 günlük yola dayanabiliyordu. Halk arasındaki tarifiyle Beçkan; „Boynu düzgün, sagrısı mantara benzer, geyiğinki gibi dik baldırları vardır. Kasığı dardır, genişliği üç parmağı geçmez. Bir kaburgası fazladır ve dolaysıyla gücü de fazladır “.

Kundeyt cinsi ise 7-9 yaşına kadar genellikle özelliklerini göztermez. Bu cinsin kısrağını iki yaşına kadar basit bir cinsten ayırmak zordur; cok tüylü ve gösterişsizdir. Ama iki yaşından sonra değişmeye başlar. Tüyleri düzelir, karnı toplanır, kulakları sivrilir, asıl görünümünü almaya başlar.

Bu cinslerden baska Zelençuk vadilerinde prenslerin adlariyala anilan Alheskir, Hağundoko, Hatohşoko cinsleri ve Yecebukay´da Yivuan cinsi atlar biliniyordu. Bu cinsler mükemmel binek atı nitelikleriyle ve prenslerin özel damgalarıyla tanınıyordu. Çerkesler atı sadece binmek için yetistirirler ve sadece aygırlara ve iğdiş edilmiş atlara binerlerdi. Kisrak süreleri sadece üreme amacıyla tutulurdu.

En varlıklı ve nüfuzlu at yetiştiricisi olan Çerkes prenslerinin süreleri hiçbir zaman 150-200 kısrağı geçmezdi. Kendi damgası olan her prens kendi at cinsine sahip olabiliyordu. Çerkesler ayrıca donlarına göre atların nitelikleri olduğuna inanırlardı. Tarihçi ve etnograf A. H. Zafes´in yazdığına göre tercihleri demir kırı ve doru idi, alacalı at hiç yetiştirmezlerdi.

Rus- Kafkas Savaşı ve sürgün zamanlarında Çerkes at cinslerinin hemen tamamı kayboldu. Kalan cinsler de Rusya´daki iç savaş yıllarında yok oldu. Son Şoloh cinsi atlar da Birinci Süvari Ordusu´nun birlikleri için dağlardaki otlaklarından indirildi ve kaybolup gittiler. Kafkasya´da Sovyet iktidarıyla birlikte Çerkes atcılığının da sonu geldi. Çerkeslere at sahibi olmaları yasaklandı. Zelençuk vadilerinde kalan cins atlar da ilk Sovyet haraları kurulunca diğer cinslerle karıştı. Böylece 25-35 Çerkes atı cinsinden bugüne sadece Şağdiy kalabildi. Kalan bu tek Çerkes atı cinsi, dünya atçılık literatüründe “ Kaberdey “ (Kabardian) cinsi olarak bilinir. En iyi dağ atlarından biri kabul edilir. Kaygan dağ patikalarında yürümek, nehir gecmek, derin karda ilerlemek konusunda inanilmaz yetenekleri vardır. Dik kayalık patikalarda dengesini çok iyi korur. Ani ısı değişikliğinde ve hava basıncına karşı dayanıklıdır. Ayrıca karanlıkta ve yoğun siste yollarını bulmalarını sağlayan şaşmaz yön duygularına sahiptir. Yüz elli kilogram yükle günde 100 kilometre yol kat edebilirler. 1935-36´da Kafkas Dağları´nda yapılan bir trialde Kaberdey atları üç bin kilometrelik mesafeye kötü hava ve arazi koşullarında 37 günde tamamladılar. Bu konudaki rekor “ Aza “ adında bir kısrağa ait: Dağ eyeriyle ve tam yüklü olarak 100 kilometreyi dört saat 25 dakikada kat etti.

Kaberdey atları genellikle cinslerini doğal olarak sürdürürler, yılkı halinde dolaşırlar. Rivayete göre soyu Cengiz Han´ ın en gözde aygırından gelmektedir. Son derece sakin ve itaatkâr huylu oldugu icin tercih edilir. Kaberdey atından çaprazlama sonucu dört yeni nesil elde edildi. Bunlardan İngiliz- Kaberdey atı, cins olarak 1966´da resmen kabul edildi.

En iyi Kaberdey atları Karaçay- Çerkes Cumhuriyeti´nde Malokaraçayev ve Malkin, Kaberdey- Balkar Cumhuriyeti´nde Guaran haralarında yetiştiriliyor. Bu haralarda atlar yazın yüksek yaylalarda, kışın dağ yamaçlarında tutuluyor. İki yaşına geldiklerinde koşu performansları deneniyor. Kaberdey atı diğer koşu atları kadar hızlı olmasa da diğer atçılık sporları icin son derece uygun özelliklere sahip.

mola bedri bayram şiiri

çerkez ethem belgeseli

kuşçubaşı eşref bey



trablusgarb 'da direnişin enver paşa ile beraber örgütleyicisidir. (1911)
2. balkan savaşında çorlu, tekirdağ, malkara, hayrabolu ve edirnenin; enver bey, kardeşi sami, cihangiroğlu ibrahim ve süleyman askeri ile beraber kurtarıcısı (1912)
batı trakya'da kurulan ilk türk cumhuriyetinin süleyman askeri ve yörenin ileri gelenleri ile beraber kurucusu (1912)
1. dünya savaşında, karşı çıktığı kanal harekatının öncü birlikleri kumandanı (1916)
1. dünya savaşında, arap yarım adası teşkilat-ı mahsusabaşkanı (1914-1915)
süleyman askeri bey'in ölümünden sonra teşkilat-ı mahsusa genel başkanı (1915-1918) olmuştur.
hayber'de faysal'ın (sonradan ırak kralı) 20 bin kişilik birliğine karşı 40 kişilik teşkilat-ı mahsusa birliği ile 5 saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele geçirilmiştir.(1918)
malta 'ya sürgüne gönderilirken kaçmaması için kendisi, bir savaş gemisi ve bir denizaltı eşliğinde malta'ya getirilmiştir.
malta'dan döndükten sonra milli mücadelede, kendi yetiştirdiği çerkes ethem'in kuvvetlerine katılmıştır.(1920)
fakat çerkes ethem 'in isyanı üzerine kendisi de 150 likler listesinde yer almış ve vatana girişi 1936 yılına kadar yasaklanmıştır.
1955'te yurda dönene kadar birçok arap ülkesinde ikamet etmiş olup herhangi bir istihbarat faaliyetine katılmamış olduğu sanılmaktadır. 1964'te ölene kadar türkiye 'de kalmış ve beraber savaştığı silah arkadaşlarının mezarlarını dolaşmıştır.

kaynaklar:
1. t.c. genelkurmay başkanlığı arşivi 1. dünya savaşı güney cepheleri savaşları
2. cemal kutay; trabalusgarb'de bir avuç kahraman,
3. cemal kutay: trakya da ilk türk cumhuriyeti,
4. cemal kutay: teşkilat-ı mahsusa,
5. cemal kutay: lawrence karşı kuşçubaşı,

teşkilatı mahsusa


Teşkilat-ı Mahsusa, 1913 yılında Sultan Mehmet Reşat'ın yayımlanmayan ve resmi olmayan bir fermanıyla Savaş Bakanlığı (eski adıyla Harbiye Nezareti) bünyesindeİttihat ve Terakki tarafından kurulan Osmanlı Devleti'nin ilk gizli haber alma örgütüne verilen addır. Örgütün ilk daire başkanı Süleyman Askeri Bey, ikinci başkanı Ali Başhampa, son başkanı Hüsamettin Ertürk'tür. Misyonu Arap ayrımcılığı ve batı emperyalizmine karşı mücadele etmek idi. Philip H. Stoddard, (1963) "The Ottoman Government and the Arabs, 1911 to 1918: A Study of the Teskilat-i Mahsusa,(Türkçesi: 1911'den 1918'e Osmanlı Devleti ve Araplar: Teşkilât-ı Mahsusa Üzerine Bir Çalışma)" Princeton University. 

Kurulma amacı Osmanlı Devleti'nde dağılma döneminde ortadoğu üzerinde odaklanan yabancı haber alma faaliyetlerinin izlenebilmesi için bireysel bazda ve sınırlı nitelikte sürdürülen haber alma çalışmalarının bir merkezden organize biçimde yürütülmesine duyulan ihtiyaçtır. Birinci Dünya Savaşı sırasında askeri ve paramiliter hareketler gerçekleştirerek önemli görevler üstlenen bu örgüt, savaşın sona ermesiyle 30 Ekim1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında dağılmıştır.

Örgütün kurumsallaşması Balkan Savaşı'ndan sonra ivme kazanmıştır. Örgüt çoğunlukla iktidarı devirmeyi planlayan ve düşmanla işbirliği içerisinde olan güçleri bastırmakta kullanılmıştır. Örgütün, resmi kuruluş tarihi 1913 yılı olsa da, Enver Paşakomutasında 1903 yılına kadar uzanan bir geçmişi olduğu tahmin edilmektedir. Enver Paşa savaş bakanı (Harbiye Nazırı) olmasından kısa bir süre sonra Teşkilât-ı Mahsusa'yı resmi statüsüne kavuşturmuş, dönemin yetenekli subaylarını örgüte üye yapmıştır. Birinci Dünya Savaşı sırasında bu subaylar Kafkasya, Mısır veMezopotamya'daki özel askeri operasyonlarda kullanılmışlardır. 1915 yılındaki Süveyş Kanalı operasyonu buna bir örnektir. Bu operasyonda özel birlikler Osmanlı ordusunun ileri uçlarındaki vahaları ele geçirip tampon bölge oluşturmuşlardır. Birinci Dünya savaşında Arabistan, Sina Yarımadası, Yemen ve Kuzey Afrika'daki özel operasyonları örgütün efsanevi ismi Kuşçubaşı Eşref Bey ( Eşref Sencer Kuşçubaşı) idare etmiştir. 

yüzbaşı yakup cemil



 İttihat ve Terakki'nin ünlü fedailerindendir. Yakup Cemil Çerkes kökenli bir Osmanlı subayıdır




Adını Tarihe Deyim Yerindeyse Altın Harflerle Yazdırmıs Birisi
adını pek duymasakta yaptıklarıyla nasıl biri olduğu cok güzel anlasılıyor
internetten bir alıntı yapmak istiyorum umarım sizlerinde hosuna gider

Teşkilatı Mahsusa kurulduğunda. Kuşçubaşı Eşref'in ilk istediği adamlardan birisiydi Yakup Cemil. Kuşçubaşı Yakup Cemil'e görevini söyleyince. Bir izin istedi Kuşçubaşı'ndan. Kendi askerlerini seçme izni. Ve Ardından Sinop Cezaevinde yatan 2000 azılı mahkumun kendisine verilmesini istedi.

Sinop Cezaevi. Üç kıtada varlık gösteren imparatorluğun en azılı mahkumlarının toplandığı cezaeviydi. Değil gardiyanlar, Jandarmalar bile mahkumların arasına girmezdi. Yakup Cemil cebinde yetkisi cezaevinin kapısına dayandı. Birbirinden korkunç suçlu katillerden oluşan 2000 mahkumun kaldığı kısıma geldiğinde. Kendi fedaileri ve jandarmalara gidebilirsiniz dedi. Cezaevi müdürünün yalvarmalarına aldırmadan 2000 caninin arasına tek başına girdi.

2000 çift göz kısım avlusuna giren bu adama bakıyordu avluda bir sandalyenin üstüne çıktı ve 'sizhayatı beş para etmeyen adamlarsınız. Namımı duyanlarınız duymayanlara anlatsın sizi almaya geldim. Ya benim emrimde ben isteyince ölür, ben isteyince yaşarsınız. Yada bir tekinizi buradan sağ çıkartmam' dedi. Baş mahkumlardan birisi 'Adamların dışarıda kaldı çerkes' diye laf atınca onun kolunu kırdı ve emretti. Aranızda berberlik yapanlar öne çıksın.

Öne çıkan berberlere sordu 'kaç leşiniz var' her berber kaç adam öldürdüğünü söyledi. İçlerinden birisi 14 deyince ona 'neyle öldürdüğünü sordu 14 kişiyi' berber 'ustura ile boğazlarını kestim' deyince, Yakup Cemil cebinden usturasını çıkardı, berbere uzattı ve 'al bakalım seni özel berberim tayin ettim. Traş et şimdi beni' dedi. Sandalyeyi altına çekip oturdu. 14 kişiyi usturayla boğazlayan berberin elinde ustura elinin altında Yakup Cemil'in boğazı. 14 kişiyi usturayla doğrayan berber elleri titreye titreye Yakup Cemil'i traş ederken. 2000 çift göz sanki Pier Loti'nin bahçesinde çayını yudumlayıp,manzarayı seyredip traş olur gibi. Tütün tüttüren Yakup Cemil'i seyretmekteydi.

Yakup Cemil, Osman Kara'nın deyimiyle

Ölümle liderlik arasındaki süre saniyeden de kısa. 14 leşli özel berber Yakup Cemil’in yüzünü sabunlamada, 2 bin kanlı katil sahneyi izlemede ve Yakup Cemil sandalyede ayak ayak üstüne atmış tütününü tüttürmede. O sandalyenin üstünde, o usturanın ucunda ve o 2 bin kanlı katilin huzurunda liderlik sınanmada, daha doğrusu insanlara liderlik dersi verilmede.

O 2000 mahkum, Yakup Cemil'İn emrinde doğuda ölene kadar savaştılar ve herbiri ölene kadar Yakup Cemil'e sadık kaldılar

Yakup Cemil'e verilen idam cezası. Tüm teşkilatı mahsusa ve ittihat terakki üyelerince sanki sanal bir ceza gibiydi. Yakup Cemil'i hizaya getirmek için ona verilen bir gözdağı veya ihtar gibi geliyordu herkese. Hiç kimse onun kurşuna dizileceğini yada bunun söz konusu bile olacağını düşünmüyordu. Obüyük kahramanlarıydı.

Talat Paşa'nın idamın infazı emri ulaştığında ilk üç komutan bu emri infaz etmektense hemen tabancalarını çekip kendi başlarına birer kurşun sıkmayı tercih edeceklerini bildirerek emre itaat etmediler (Osmanlı ordusundaki bu temayül günümüze kadar gelmiştir) . Bunun üstüne Talat Paşanın kurmayları Yakup Cemille beraber hiç savaşmamış genç bir subaya emri verdiler. Yakup Cemil hücresinden alındı idam edileceği yere götürülürken. Genç komutana 'yüzünü asma aslanım devletin emrini yerine getiriyorsun' dedi. Ve bir ricada bulundu 'bu güne kadar hiç karpuz yemedik müsade ette bir tane kestirelim' Araçlar durdu askerler bir karpuz seçtiler ve Yakup Cemil 14 adam boğazlamış berbere traş olurkenki gibi rahat karpuzunu yedi.

Gözleri bağlandı. İdam mangası yerini aldı. Subay emretti 'nişan al'. İkinci kez emir 'nişan al' üçüncü, dördüncü askerler kıpırdamadı. Belkide o an askerler için 'devlet, idam, mahkeme, karar, emir' gibi kavramların hepsi uçup gitti. O andı önemli olan. Ellerinde silah namlunun ucunda Yakup Cemil. Cephede birbirlerine hikayelerini anlatarak cesaretlendikleri. 'Yakup Cemil adamlarıyla bu mıntıkadaymış' söylentisini duyduklarında rahatladıkları komutanı öldürmek üzereydiler.


Askerlerin komutanlarının emrine karşı gelmelerini ve bunun sorumlusu olmayı kabul etmedi Yakup Cemil. Donup kalmış askerler o tanıdık sesle kendilerine geldiler 'Dikkat'. bağıran elleri arkadan ve gözleri bağlı Yakup Cemil'di. 'Nişan Al' ve 'Ateş' diye bağırarak kendi idam emrini verdi...

Devrim ilk çocuğunu yedi böylece.

'Yakup Cemil'in kurşuna dizilmeden içtiği son üç sigara
Ömründe içtiği ilk üç sigara

bazı tanınmış çerkezler


İrfan Atan (Güreşçi), 
Haydar Zafer (Güreşçi), 
Yaşar Doğu (Güreşçi), 
Adil Atan (Güreşçi), 
Hamit Kaplan (Güreşçi), 
Mahmut Atalay (Güreşçi), 
Ömer Seyfettin (Yazar), 
Ahmet Mithat Efendi (Yazar),
Mizancı Murat (Yazar) 
Lemi Atlı (Bestekâr), 
Ömer Naci (Yazar), 
Mümtaz Göztepe (Yazar),
Neveser Kökteş (Bestekâr),
Muhlis Sebahattin (Bestekâr),
İsmail Habib (Yazar), 
Prens Sebahattin (Yazar), 
Sebahattin Selek (Yazar), 
Rauf Orbay (Başbakan-TBMM Başkanı),
Cemil Cahit Toydemir (General- İstiklal Savaşı Komutanı),
Recep Peker (Başbakan), 
Bekir Sami (Dışişleri Bakanı), 
Yusuf İzzet Paşa (General-İstiklal Savaşı Komutanı), 
Eşref Kuşçubaşı (Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı), 
İsmail Canpolat (Politikacı), 
Fuat Carım (Büyükelçi),
Emir Marşan Paşa (Asker, politikacı), 
Hakkı Behiç (İlk Maliye Bakanı), A
li Sait Akbaytugan (General, İstiklal Savaşı Komutanı), 
Abdulah Zühdü (Gazeteci), 
Ahmet Hamdi Bey (Şair), 
Ahmet Vasfi Zekerya (Yazar), 
Ahmet Saib (Yazar),
Ahmet Şevki (Yazar),
Ali Nazım (Eğitimci), 
Taha Akyol (Gazeteci), 
Aysel Alpsal (Hikayeci), 
Mevlüt Atalay (Hikayeci), 
Yaşar Bağ (Şair), 
Cafer Barlas, 
İsmail Hakkı Berkuk (Asker), 
Hikmet Birand (Ünlü botanikçi), 
Kamuran Birand, 
Orhan Boran (Sanatçı, spiker), 
Ratip Tahir Burak (Ressam), 
Sezgin Burak (Ressam), 
Ömer Büyüka (Dilci-şair),
Şansal Büyüka (Spor yorumcusu), 
Ali Carım, 
Mehmet Fuat Carım (Eski vekil), 
Renan Demirkan (Tiyatrocu), 
Hayri Domaniç (AP Genel Başkan Yardımcısı), 
Adnan Hunca (Hunca Şampuanlarının kurucusu),
Şaban Karataş (TRT eski Genel Müdürü),
Kandemir Konduk (Mizah Yazarı), 
Kazım Köylü, 
Hüseyin Nail Kubalı, 
Ayla Kutlu (Ressam), 
Halit Kıvanç ( Sunucu, spiker), 
Ali Nihat Tarlan (Edebiyat Tarihçisi), 
Fuat Uluç (Hıncal Uluç"un babası), 
Hıncal Uluç (Yazar-yorumcu), 
Aytunç Altundal (Teorisyen), 
Nazım Ekren, 
Ahmet Tezcan (Başbakan Danışmanı),
Canset (Oyuncu), 
Deniz Akkaya (Manken), 
Türkan Şoray (Sanatçı), 
Senemis Candemir (Oyuncu), 
Mehmet Aslantuğ (Sinema oyuncusu), 
Ediz Hun (Sinema oyuncusu-siyasetçi), 
Erkan Özerman (Organizatör), 
Tayfur Havutçu (Milli oyuncu-BJK futbolcusu), 
Sülemyan Seba (Beşiktaş Spor Kulübü eski Başkanı).

çerkez ethem


1880 yılında Bandırma'da doğdu. Bandırma'nın bir köyü olan Emreköy'e yerleşmiş Şapsığ Çerkes boyundan, Ali Bey'in beş oğlunun en küçüğüydü. Ağabeyleri, İlyas ve Nuri beyler, Rum eşkıyalarıyla çarpışırken ölmüşler, Reşit ve Tevfik beyler de 1901 ve 1902 yıllarında Harbiye'yi bitirerek subay çıkmışlardı. Reşit Bey çeşitli cephelerde çarpıştı. 1919'da Meclisi Mebusan'a Saruhan (şimdiki Manisa) Milletvekili olarak katıldı. Oradan Birinci TBMM'ye geçti.
Çerkes Ethem, evden kaçarak Bakırköy Süvari Küçük Zabit Mektebi'ne girdi. Balkan Savaşı'nda Bulgar cephesinde yaralandı. Kıdem zammı ve madalya aldı. I. Dünya Savaşı'nda Eşref Kuşçubaşının yönettiği Teşkilat-ı Mahsusa ile birlikte İranAfganistan ve Irak'a yapılan akınlara katıldı. Yaralanarak savaş sonunda köyüne çekildi.
15 Mayıs 1919'da İzmir'in işgali üzerine, vatan savunmasına başlamak için vurucu güç olarak Kuvva-yı Seyyare'yi kurdu ve "Umum Kuvvai Milliye Komutanı" ve Ankara'daki 20. Kolordu'nun Komutanı olan Ali Fuat Paşa ile istişare ederek İngiliz ve Yunan birliklerinin ilerlemesine karşı gerilla operasyonları düzenledi.
Düzenli ordu kurulana dek TBMM'ye karşı girişilen ayaklanmaları bastırdı. Anzavur AyaklanmasıÇopur Musa Ayaklanması ile Gerede ve Yozgat isyanlarını bastıran Çerkez Ethem'in isyancıları yargılamadan derhal infaz etmesi TBMM üyeleri ve İstiklal Mahkemeleri tarafından onaylanmıyordu.
1920 yılının sonunda 20. Kolordu ve Komutanı Ali Fuat Paşa ile birlikte Gediz Muharebeleri'ne katıldı ve TBMM kuvvetleri, Gediz'i geri alarak, İzmir'in İşgalinden sonra ilk defa Yunanlıların işgal ettikleri bir bölgeden geri çekilmelerini sağladılar.
Gediz Muharebelerinden hemen sonra Albay İsmet İnönü'nün Garp Cephesi komutanı tayin edilip, kendi kuvvetlerini kuşatmasına tepki olarak TBMM'ye çektiği ağır ifadelerle dolu telgraf sonrası "vatan haini" ilan edilince, emrindeki birliklerin önemli bir kısmını teçhizatlarıyla birlikte TBMM kuvvetlerine teslim ederek, kendisine bağlı yaklaşık 40 adamıyla birlikte Yunanistanüzerinden Almanya'ya giderek tedavi oldu. Daha sonra oradan da Ürdün'e geçti ve 1950 yılında Amman'da vefat etti.

çerkez kızları

Cerkes kızlarının sosyal durumu hiç bir ulusun kızlarına benzemez. Doğuda kızlar kapalı, örtülü ve hapis, batıda güvensiz bir özgürlüğe sahip. Çerkes kızları ise tam bir gelecek ve özgürlüğün sahibidir.


Mr.Longworth gibi Avrupa mantığı ile kadını düşünen bir kişi bile bu derece geleceği çok görür ve Avrupa kadınlarında bu kadar özgürlüğün olmadığını söyler. Mr.J.Bell ise''Çerkes kadınlarının tavır ve hareketinde islam usülü galiptir. Ancak Çerkes kızları eski Çerkes geleneklerine tümüyle bağlı olup Avrupa'nın özellikle yüksek tabakasına mensub kadınlarına, tavır ve hareketine tümüyle uyuyorlar''diyerek Çerkes kızlarının yaşam biçimini övüyor. Doğallıktan gelen bu yaşama biçiminin eleştiriye değer bir tarafı yoktur. Çünkü hukukuna sahip,kişilikli herbir kadın için en doğru yol budur. Çerkes kızlarıda Çerkez delikanlıları gibi kendini gösterme, üstün gelme, daha yüksek dereceye erişmek aşkını taşırlar. Hiçbir konuda ikinci kalmamaya çalışırlar. 

Kızlar ailenin en nazlı bir bireyidir.Baba çocuklarından yanlız kızlarına yumuşak davranır. Anne bütün şevkat ve dikkatini ona yöneltir. Kardeşleri taparcasına severler. Aile içinden hiç biri bu aziz konuğun gönlünü kırmaz. Kız annesinin bir görev arkadaşıdır. Ona her konuda yardım eder. Dikiş tümüyle kıza aittir. Hatta kızı olmayan komşuların dikişlerinede yardım eder. İplik eğirmek, şayak dokumak kızın görevlerindendir. Aile bireylerinin elbiselerinin temiz olması, yırtık bulunmaması, konuk ve oturma odalarının yılda birkaç kez badana edilmiş olması, konuk odası yatak ve takımlarının temiz bulunması, kızın ününü ve değerini artırır. Çünkü Çerkesler;kızların değerini güzelliğiyle değil ev kadını olabilmek için gösterdiği yetenekle değerlendirdikleri için kızlar tembel ve beceriksiz, havai olmamaya, son derece aktif ve temizliğe uymaya zorunludurlar.Köylü yaşamı yaşayan ve genellikle zengin olmayan Çerkesler'in yalın ve rahat küçük evlerinde görülen ve ruhu okşayan temizlik ve özen, kadınların yoktan var ettikleri gönül çekici düzenlerle ve güzelleştirmelerde herhalde takdire değer.Yüksek bir terbiye ruhunun orada hakim olduğunu gösterir.


Kız erkeklere armağan verir ve armağan alır. Bu biçimde arkadaşlarıyla bir erkek gibi diyalog kurabilir.


''Mamrukaya şaş'' adıyla tanınmış bir kız, bir çok isteklileri varken ''bir adam için bu kadar arkadaştan nasıl vazgeçeyim'' diye geç yaşına kadar evlenmemiştir. Bu söz Çerkes kızlarının evlenmeden önce geleceklerini, evlendikten sonra kocalarına, anneliğe ne derece samimiyetle sevgi beslemek ve sadık kalmak istediklerini gösterir. Doğuştan zeki olan Çerkez kızları konuşmalarında gayet zarif nükteler yaptıklarından, delikanlıların en korktukları şey kızların karşısında zor durumda kalmalarıdır. Konuşma özgürlüğü içinde genellikle şakalı, ancak ince bir uslüp kullanılır. Kaba tavır ve söz sevilmez ve ayıp sayılır. Bunun için inceliğe son derece önem verirler. Delikanlı kızlarla serbest görüşmeyi, onların iltifatlarına mahzar olamayı kendileri için bir hak sayarlar. Mr.Longworth Çerkes kızı ve delikanlılarının bu serbest kaynaşmasından sözederken akla gelebilecek olanları açıklayarak; ''Honi soit qui maly pense'' yani ''Bundan kuşku duyana lanet olsun” diyor.Çerkez kızlarını görmemiş bazı Avrupa yazarları Çerkes kızlarına kama taşır diye bir değerlendirme yaptılar. Bu olacak şey değildir. Oysa, bu kızların tek silahı namusudur. Onun namus sevgisi önünde her şey saygıyla eğilir ve bir kızın namusunun lekelendiği görülmemiştir. Mr.J.Bell'de Çerkes kızları göğüste çapraz gümüş düğmelerle iliklenmiş sıkı montları ile, sırma şerit ve gümüş topla süslenmiş taçlarıyla bir savaşçı gibi görünürler. Ancak saldırgana karşı bütün silahları yüksek namuslarıdır. Bu giysi içinde saç örgülerinin belden aşağıya uzanması, nazik hareketleri, özellikle uzun boylu kızlara gerçekten zerafer özelliği veriyor. Kızlar sürekli yüzleri açık olarak gezerler. Ancak öyle arsızca erkek kalabalığına asla girmezler. Erkekler dolu olduğu halde konuk odasına, yaralıya hizmet etmek üzere geldiğini defalarca gördüğüm güzel ve uzun boylu kız orduda arkadaşlarına karşı bu sakeri görevi yapan ''ORLEAN KIZLARINI'' bir kaç defa aklıma besttir. Evinde erkeklerin ziyaretini kabul eder,konuğa saygı gösterir. Ancak bu konuda yalnız ana ve baba değil, ailenin büyüklerinden kimse yanında bulunmaz. Aslında kızın bulunduğu topluma ana-babanın girmemesi gerekir. Bunun için kızı düğünde bulunan baba dans yerinde bulunamaz, babanın yanında kızın oynaması saygısızlık diye nitelendirilir.

çerkezler kimdir?


Kafkas diyasporasında, Kafkasya'dan sürgün edilen tüm halklar Çerkes adıyla anılmıştır. Örneğin, İskit-Sarmat-Alan kökenli Asetinler, ırk ve dil olarak Çerkeslerle bir bağlantısı bulunmamasına rağmen, diyasporada Çerkes olarak adlandırılır. Kaldı ki, kültür zaten tamamen ortaktır. Bölgenin tamamını kapsayan bir Çerkes-Kafkas kültürü zaten mevcuttur. Ayrıca, Çeçenler ve Dağıstan halkalarından olan Lak, Tabasaran, Dargi, Lezgi gibi halkar da zaman zaman Çerkes adıyla ifade edilmekle beraber; Karaçay, Kumuk, Nogay, Balkar gibi Turani kökenli Kafkas toplulukları Çerkes adıyla anılmazlar.

 Kabileleler şeklinde örgütlenen Çerkes halkının en kalabalık kabilesi "Adıge"lerdir. Adıgeler de kendi içlerinde boylara ayrılmakta olup, başlıca boyları şöyledir: Abzeh, Besleney, Bjedugh, Çemguy, Hatıkuey, Jane, Kabardey, Mamxegh, Şapsığ. Aynı dilin farklı şivelerini konuşan bu 9 grup, kendilerine ortak olarak "Adıge" adını verirler. Bunun yanısıra, Kafkasyanın yerli halklarından olan Abhaz-Abaza halkı da Çerkeslerle aynı kökenden gelmekte olup, şahsi ifade tarzlarından kaynaklanan birtakım farklılıklar haricinde Çerkes adıyla anılmaktadır. Zaten Adıge ve Abhaz dillerinin, aynı kökenden gelmiş ve ortak bir dilin iki ayrı kola bölünmesi şeklinde ortaya çıkmış oldukları, bilimsel olarak ıspatlanmış bir gerçektir. Ayrıca, Abhazlara ve Adıgelere komşu olan ve onlarla aynı kökenden gelen "Ubıh"lar da bir Çerkes boyudur. Kısacası, "Çerkes" kelimesini, kökene dayanan bir açıklama ile; "Adıge, Abhaz-Abaza ve Ubıh" olarak tanımlayabiliriz.

Çerkesler günümüzde, anayurtları Kuzey Kafkasya'nın yanısıra; Türkiye, Ürdün, Suriye, Mısır, ABD, Arnavutluk, Libya, İsrail, Irak gibi birçok ülkede, dağınık ve birbirlerinden habersiz bir şekilde yaşamaktadırlar. Anayurt Kafkasya'daki Çerkes nüfusu, tüm dünyadaki Çerkes nüfusunun ancak yüzde ikisi-üçü kadardır. Anayurttaki bu nüfus azlığının nedenleri arasında, sürgün edilen insan sayısının fazla olması, Çerkeslerin Kafkasya'da kalan kısmının soykırıma uğraması, Rus devletinin uyguladığı biliçli asimilasyon politikası...gibi nedenler sayılabilir.

çerkez delikanlıları

Delikanlı deyimi Çerkesler'de ergenlik çağı gelmiş genç anlamında kullanılmaz. Çünkü Çerkes çocukları on yaşını geçince artık delikanlı sayılır. Kendilerinden mertlik özellikleri beklenir ve istenir. Bunu sağlama konusunda Çerkes görgü yöntemleri rekabet kabul etmez.

Ağıtları, şarkıları hala dillerde dolaşan Prens (Pşikoy) Rus ordusuna saldırarak ünlü Baş Komutan General Zass’ı atından aşağıya attığı, generalin bindiği atı alıp getirdiği, o kanlı savaşta üç kez at yararak değiştirdiği, ancak kendisi yorulmayarak: "Atımı sevgilime götürünüz. Başkaları tuzlu su akıtırken kendisi kanlı su akıtsın" diyerek şehit olduğu zaman henüz ergenlik çağına gelmemişti. Değişik savaşlarda sekiz yara almış olan Şeruluk, şehit olduğunda on dört yaşındaydı. Çocukların yükseklik derecesini gösteren bu gibi cesaret örnekleri pek çoktur. Onlardaki bu yeteneği doğanın onlara verdiği özel bir ayrıcalık olarak kabul etmek yerindedir. Çünkü yüksek bir ruh taşıyan Çerkes delikanlısının sağlam kişilikleri hiç bir konuda başkalarından geri kalmasına izin vermez. Kendisine onur ve makam oluşturacak tek aracın soyu ve serveti değil, çok başka özellikler olduğunu bilir. Bundan dolayı Çerkes delikanlılarının hepsinde üstünlük iddiası ve şöhret eğilimi fazladır. Savaş meydanında, toplantılarda, eğlencelerde yüksek görgüsüyle, yüksek kişiliğiyle yaşıtlarına yüksek olduğunu göstermeye çalışır.

Delikanlı arsız değildir. Ancak acizlik bilmez. Uyuşuk ve sessiz yaşamı sevmez. Sonsuz özgürlük diyarı olan bir yerde doğup büyüdüğünü çok iyi bilir. Hareketli ve atak bir ortam içinde canlı ve hareketli olmak gerektiğini bilir. Bundan dolayı ortama uymaya çaba gösterir. Söz kendisine düştüğü zaman oldukça rahat konuşur sorununu dile getirir. Özellikle toplantılarda güzel söz söylemek, Çerkeslerce çok onurlu bir özellik sayıldığı için, o gibi yerlerde sıkılmak, kekelemek, beceriksiz davranmak delikanlı için büyük bir özür ve ayıp sayılır. Bundan sözederken Mr.Bell aynen aşağıdaki açıklamaları yapıyor:"Meclislerde halk işlerini görme sırasında, büyük bir topluluğa karşı insanların hiç sıkılmayarak kolaylıkla anlatıcı ve güzel konuşmalarda bulunması beni hayran bırakmıştı. Bu güzel örnek özgürlüğe, toplulukların çokça olmasına, genel çıkar için herkesin büyük ilgi göstermesine yorumlanabilir. Serbest konuşanların içinde hepsinin üstünde iki kişi mertçe, hatip tavırlar ile benim şimdiye kadar Ayan ve millet meclislerinde avukatlar toplantılarında, tiyatro sahnelerinde seçkin olarak gördüklerimin hepsiyle rekabet ederler" 

Güzel söz söylemeye, serbest söyleve alışmak için delikanlılar, büyüklerin bulunmadığı ortamlarda alıştırma yaparlar. Aralarında yaptıkları muhabbet toplantılarında bu yeteneklerini geliştirirler. Ayrıca bu toplantılar bir görgü okuludur. Toplantılar açıktır. Gençler orada gördükleri kuralları, gerekli gördükçe göstermeye hazırlanmak zorundadırlar. 

Mr.Bell diyor ki:Çerkesler düşüncelerini canlı, çoğunlukla açık ve hızlı bir biçimde ortaya koyma konusunda büyük bir üstünlük gösteriyorlar. Halk, doğaları gereği tartışma ve değerlendirmeye alışkın olduklarından çoğu kez küçük şeyler için tartışma olur.” 

İşte bu eğitimin sonucu olarak delikanlıların davranışlarında doğal bir serbestlik, gerçek bir kibarlık görünür. Başka uluslarda hükümdar dairelerine ait sayılan yüksek nezaket ve inceliği Çerkes delikanlıları doğal bir yaşam biçimi olarak öğrenirler. Bu nedenle davranışlarında ikiyüzlülük görünmez, temiz bir doğallık gösterir.

Nefsini dizginlemek Adighe olmanın birinci koşulu olduğu için Adighe delikanlısı hiç bir hareketinde kötü alışkanlıklara düşmez. Her konuda “VERKİĞ” yani kibarlık onun rehberi olur. Çünkü kibarlığı ihmal etmeyi insanlığı bırakmakla bir tutar.

Adighe delikanlısı korku bilmez. Yürek, akıl, irade onun için esas olduğu gibi cesareti cahilce değil akıllıca yapmak ister. Bundan dolayı Çerkesler; “cesurdan korkma o, cesaretini haklı işlerde mücadelede gösterir” derler. Delikanlıların medeni cesaret konusundaki Mr. Bell’in önceden anlatılan sözleri de dikkate değer. “Onlarda korku büyük bir kusur sayılır.” 

Çerkes delikanlılarının kahraman yetişmesindeki etkenlerden biri de şiirleridir. Onlarda cinsellik duygularına seslenen şiirler yoktur. Dans müzikleri dışında bütün şiirleri yiğitliğe, iyiliklere ilişkin taşlama ile ağıtlardır.

Her olay üzerine Çerkes ozanları olayda kendini gösterenlerin övgüsünü, becerisizlik gösterenlerin taşlamasını gösteren şiirler söylerler. Böyle şiirler erkek, kız herkesin dilinde dolaşır. Her toplulukta kahramanların adı saygıyla anılır, beceriksizlerin de adları alay ile yinelenir. Bu hareket delikanlıların erdem ve görgüsüne büyük etkiler yapar ve delikanlı bu övgülerde adı geçsin diye ün ve onur sahibi olmasını sağlamak için harikalar yaratmak aşkını taşır.

Mr.J.BELL diyor ki: “Her türlü örgütten ve araçtan yoksun olan Çerkeslerin Rusya'ya karşı bu denli uzun süre direnç göstermelerindeki gizem ve bilgeliği bilmek isteyenler için şu iki nedenden başka bir şey bulamadım. Birincisi, herkesi sosyal görevini yapmaya zorlayan sosyal duygu, ikincisi, bireyler arasında kahramanlık konusunda rekabet bulunmasıdır. 
Çerkes delikanlıları ile kızlarının toplantılarda serbest ve beraberce bulunmalarında erkeklerin mert ve nazik görgülü davranmaları da önemli bir etkendir. Çünkü kızların saygı ve arzusu, erkeğin varlık ve dış görünüşünden çok kibarlığında, mertlik özelliklerindeki ününedir.

çerkezlerde örf ve adetler (khabze)

Çerkes toplumu, Khabze adı verilen kurallarla yönetilir, Khabze, etimolojik olarak; dışarının, alanın, çevrenin, aşağısının dili, şablonu, düzeni demektir. 

Çocuğun doğumundan itibaren büyüyüp yetişmesine, yaşlanıp ölmesine kadar, insan hayatını düzenleyen ve güzelleştiren çeşitli seramoniyel kurallar vardır. Bunlar, modern sosyolojideki görgü kurallarından, gelenek ve göreneklere, örf, adet ve töre kurallarından ahlak ve din kurallarına, hatta maddi yaptırımlarla perçinlenen hukuk kurallarına kadar bütün sosyal kuralları kapsarlar. 

Khabze, en basit görgü kuralından, gelenek ve göreneklere, örf ve adetlerden ahlak ve din kurallarına, hatta yazılı olmayan yasa ve anayasa kuralına kadar toplumu yöneten bütün kuralları ifade eder. Kız istemeden gelin almaya, düğünde oyuna çıkış ve dans kurallarına, gelinin kendi ailesine götürülmesinden tekrar geri getirilmesine, doğumdan çocuğun yürüme çağına gırmesine, çocuğun p'ur/qan olarak eğitilmek üzere başka bir aileye verilmesinden, eğitildikten sonra tekrar kendi ailesine gönderilmesine, sokakta atlı veya yay olarak yürümekten oturup kalmaya, konukluğa, savaştan barışa kadar. Öyle ki, geleneksel Çerkes toplumunda Khabze kuralları, toplumun hemen bütün bireyleri tarafından bilinir. Cünkü bu kurallar, ya doğal toplumsal yaşam süreci içinde herkesin katkı ve katılımıyla oluşmuştur ya da aileler düzeyinde temsilcilerin katkısıyla oluşturulmuş, paylaşıralak, yaparak, yaşayarak öğretilmiş ve benimsetilmiş kurallardır.