Bu Blogda Ara

10 Kasım 2011 Perşembe

Çerkes Sürgünü: 21 Mayıs 1864

Kafkasya, kuzeyiyle ve güneyiyle tarih boyunca stratejik önemi olan bir coğrafyadır. Bu nedenle de sürekli saldırılara ve işgallere sahne olmuştur. Esas itibariyle dağlık bir ülke olan Kafkasya’da yerleşim yerleri genellikle yüksek yaylalar ve derin vadilere yayılmıştır. Yüksekliği fazla olan bu dağ silsilesi, bölgedeki insanların tarihlerini, kültür ve karakterlerini başkalarından farklı kılmıştır.
Askeri açıdan büyük ölçüde savunma imkanı sağlayan dağlar, kültür ve etnik bakımından bölünmüş bir coğrafyanın doğmasına sebep olduğu gibi Kafkasyalıların birleşmesini de önleyen bir faktör olmuştur.
Esas konumuza geçmeden önce üç kavramın anlamını bir daha hatırlayalım.
GÖÇ: İşgal ya da başkaca bir zorlayıcı nedenlerle topraklarında eskisi gibi rahat yaşama olanağı kalmayan bir halkın veya halkların başka yörelere veya ülkelere kendi kararlarıyla gitmeleridir.
SÜRGÜN: İşgal edilen ülkedeki insanların tümüyle ve zorla topraklarından çıkartılması ve başka yerlere gönderilmesi ve yerlerine başka halkların ikamesidir.
SOYKIRIM (Jenosit): İşgal edilen topraklardaki halkları planlı bir şekilde ve bir daha toparlanamayacak şekilde toptan yok etmek, imha etmek ve yerlerine işgalcileri veya yandaşlarını yerleştirmektir.
İlk çağlardan başlamak üzere medeni alemin ağırlık merkezlerinden biri olan Akdeniz havzasının siyasi ve ekonomik hayatında Kırım ile Kafkasya’nın müstesna bir yeri bulunmaktaydı. İpek yolu, doğuya uzanan transit ticaret güzergahının kritik geçitleri ve kavşağı olan Kırım ve Kafkasya, aynı zamanda tarım, hayvancılık ve yer altı kaynaklarıyla ihmali mümkün olmayan bir konumdaydı.
Rusların güneye inmesine set görevi yapan ve aynı zamanda Kırım ve Kafkasya’yı doğrudan yöneten Altınordu Devleti ile Ruslara karşı sağlıklı bir Devlet Politikası oluşturup uygulayamayan Kırım’ın, Slavları birleştirip önemli bir güç haline gelen Ruslar tarafından yıkılmasıyla beraber tehlike çanları Çerkesler için çalmaya başlamıştır. 1556’da tahta geçen Çar 4. İvan’dan başlayan ve I.Petro’yla giderek güçlenen ve batıdan aldığı silahlarla ordusunu geliştiren Rusya’nın Karadeniz sahiline sıcak sulara inme emelinin gerçekleşebilmesi için ortadan kaldırılması gereken en önemli engel Kuzey Kafkasya’dır ve neye mal olursa olsun be mesele halledilmek zorundadır.
İşte bu nedenle Kafkas-Rus Çarlığı arasındaki savaşlar ta 1556’larda başlamıştır. Çar 4.İvan (Korkunç İVAN) önce Kabardey topraklarına saldırır. Prens TEMİROKA, kızı MARİA’yı Çar İVAN’a eş olarak verir. Bu vesileyle bir süre barış dönemi yaşanır. Ancak 4.İvan öldükten sonra savaşlar yeniden başlar ve zaman zaman ara verilerek tam 306 yıl sürer. 1556-1762=206 yıl hazırlık dönemi, 1763-1845 =82 yıl sürekli savaşlar ve 1846-1864=18 yıl sonuç savaşları olarak cereyan eder.
Ruslar, çok arzuladıkları Hazar Denizi, Karadeniz sahili ve Kafkasya’yı ele geçirebilmek için 306 yıl, bıkmadan usanmadan ve 1.500.000 asker kaybına rağmen saldırdılar. Her yıl Kafkasya’nın etrafındaki çemberi biraz daha daralttılar. Modern cihazlarla donatılmış ve devre dışı kalan her askerin yerine daha fazlasının konulabildiği böylesi bir güce karşı koyan Çerkeslerin artık bu topraklarda tutunması söz konusu değildi. Daha önceleri Kazan ve Kırım’da en acımasız şekliyle uyguladıkları ve artık klasik bir yöntem haline gelen, “kaçırmak veya göçürmek istiyorsan, evleri, tarlaları yak-yık,kaçmaktan ya da aç kalıp ölmekten başka bir seçenek bırakma...” metodu 1857’den itibaren Kafkasya’da en acımasız şekliyle sahnelenecektir. Çok sayıda Rus, İngiliz, Amerikalı, İtalyan, Polonyalı ve Türk kökenli yazar, araştırmacı, Komutan, tarihçi ve diplomatın ağzından Çerkeslerin sürgünü ve sürgün sırasında yaşananlarla ilgili bazı söylemleri birer cümle veya paragraf halinde sunduğumuzda sorunu daha iyi kavramak mümkün olacaktır.
ÇAR I.PETRO-1722 : “Rusya’nın çıkarları için mümkün olabildiği kadar İstanbul’a ve Hindistan’a yaklaşmak lazımdır. Buraları elinde tutan Dünya’ya hükmeder. Bunun için de ne gerekiyorsa onu yapmalıyız...”
PRENS BARYATİNSKİ (Çar Naibi): “Karadenizin kıyılarını bir Rus denizi ve toprağı haline getirmek için dağlıları kıyıdan temizlemek zorundaydık. Dağlı Çerkeslere ulaşabilmemize engel olan Kuban ötesi halkların da tümüyle yerlerinden kaldırılması gerekiyordu.”
GRAND DÜK MİCHAEL: “ Dağlılar teslim olmuyor diye biz görevimizi yarıda bırakamazdık. Yarısının temizlenebilmesi için öbür yarısının yok edilmesi gerekiyordu.”
KAFKASYA ORDULARI KURMAY BAŞKANI MİLYUTİN: “..Dağlıları, zorla ve bizim istediğimiz yerlere göndermeliyiz. Gerekiyorsa Don yöresine sürmeliyiz. Bizim esas gayemiz Kafkas dağlarının eteklerindeki bölgelere Rusları yerleştirmektir. Ancak bunu şimdiden dağlılara hissettirmeyelim...”
M.İ. BENYUKOV: (Dağlılara karşı savaşan ve anısını yazan): “Batı Kafkasya’nın iskanı ile ilgili resmi projenin uygulanmasından sorumlu Kont Yevdokümov, Kuban bölgesiyle pek ilgilenmiyordu. Çok pahalıya mal olan savaşı bitirebilmek için bütün dağlıların denizin karşı tarafına kovulması O’nun hedefiydi. Kuban ötesinde kalanların da tehlikeli olma ihtimaline karşın, sayılarının azaltılması ve yaşam şartlarından yoksun kılınmaları için her çareye başvurmaktı.”
KONT YERDOKÜMOV’un Savaş Bakanlığı’na 1863 Kasım ayında gönderdiği yazıda “Batı Kafkasların fethi ile ilgili plan açısından şimdi de kıyı şeridini temizlemeliyiz...” (Devlet Tarih Arşivinden)
Rus Tarihçi SULUJİYEN: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısının kırılması gerekti. Kanlı savaşta bir çok kabile tümüyle yok oldu. Ayrıca,çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı...”
Rus Tarihçi ZAHARYAN: “Çerkesler bizi sevmezler. Biz onları, özgür çayırlarından çıkardık. Avullarını yıktık. Bir çok kabile tümüyle yok edildi...”
Rus Tarihçi Y.D. FELİSİN: “Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik, sonuçta bir harabeye dönüştü."
KONT LEV TOLSTOY: “Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin,ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi...”
Muhaliflerden N.N. RAYEVSKİ:” Bizim Kafkasya’da yaptıklarımız, İspanyolların Amerika topraklarında yürüttükleri savaşların olumsuzluklarının aynısıydı. Dilerim ki, Yüce Tanrı Rus tarihinde kan izlerini bırakmasın...”
Çar II. ALEXANDRE’nin Kont Yerdokümov’a kutlama mesajında : “Üç yıl içerisinde Batı Kafkasya’ya boyun eğdirilerek uyuşmaz yerli halkları temizleyip çıkardınız. Uzun yıllar süren kanlı savaşın zararlarını kısa sürede bu verimli topraklardan çıkartabiliriz...”
JAN KAROL: “Rusya’nın Kafkasya’yı fethi, çağımızın barbarlık tarihinin en feci tablosunu oluşturur. Kafkas dağlılarının direnişini kırabilmek için 60 yıllık askeri terör ve kıyım gerekti...”
HAKHURAT Ş.Y.- LİÇKOV L.S. “Adegeya isimli kitaplarında: “Çarlık yönetimi, yüz binlerce Çerkesi Kafkasya’dan sürgün etti. Kanlı savaşla dağlı halkları vatanlarından kovarak yok ettiler...”
Rus Çarları tarafından çok önceleri planlanan ve adım adım gerçekleştirilen Çerkeslerin tarihi topraklarından sürülüşü olayı tarihin ender kaydettiği acılar ve ızdıraplarla doludur. Olayı yaşayan komutan, konsolos, gazeteci ve seyyahlara ilaveten konuyu araştıran tarihçilerin sürgün olayıyla ilgili görüşler de özetle şöyledir:
GRAND DÜK MİCHAEL: Savaşın sonlarında Kafkasya’ya geldiğinde, Çerkes beylerinin ziyaret edip, mağlup olduklarını, Rus yönetimini kabul ederek kendi topraklarında yaşamalarına izin verilmesini istediklerinde verdiği cevap: “Size bir ay süre veriyorum. Bir ay içerisinde ya Kuban ötesinde gösterilecek yere gidersiniz ya da Osmanlı topraklarına gidersiniz. Bir ay içerisinde sahile inmeyen köylüleri ve dağlıları savaş esiri sayıp ona göre işlem yapacağız.”
Y. ABRAMOV - Kafkas Dağlıları kitabında: “O zamanlar dağlıların başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez. Binlercesi yollarda, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler. Kıyılar ölü ve ölmek üzere olan insan doluydu. Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular, donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar ve sırf ısınmak için sıkışarak yattıkları yerde birlikte donarak ölen gruplar, Karadeniz sahilinde olağan manzaralardı...”
Rus İ. DZAROV : “ Osmanlı’ya göç etmek üzere yola çıkanların yarısı bile oraya ulaşamadı. Bu denli bir perişanlık insanlık tarihinde çok azdır.”
Rus St.PETERSBURG GAZETESİ : “Savunmaları ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden kaçış başladı. Çerkesya artık yok. Dağlardaki artıkları da askerlerimiz yakında temizleyecek ve savaş kısa zamanda sona erecek...”
Fransız Gazeteci A. FONVİLL: “Gemicilerin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Biraz su ve ekmekle yola çıkmışlardı. 5-6 günü aşınca bunlar tükeniyor ve açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyorlar, yolda ölüyorlar ve onlar da denize atılıyorlardı. 600 kişiyle çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ çıkabilmişti.”
Polonyalı Albay TEOFİL LAPİNSKİ: “Göçmenlerin sorunu felakete dönüşüyor. Açlık ve hastalık had safhada. Trabzon’ gelen 100.000 kişi 70.000 kişiye indi. Samsun’a 70.000 kişi indi. Günlük ölü sayısı 500 kişidir. Trabzon’da bu sayı 400 kişidir. Gerede Kampı’nda 300 kişi, Akçakale ve Sarıdere’de günlük ölüm 120-150 kişi arasındadır. İtalyan Dr. BARAZZİ’nin raporlarında şu ibareler dikkat çekicidir (İnsanlar,uzun süre bitkiler,bitki kökleri ve ekmek kırıntılarıyla hayatta kalmaya çalışıyorlar.”
Rus Araştırmacı A.P.BERGE: “ Novorovski koyunda 17.000 kadar dağlının toplandığı kıyıda gördüklerimi unutamam. Onların bu durumunu görenler Hıristiyan da olsa, Müslüman da olsa, Ateist de olsa dayanamaz, çökerdi. Kışın soğuğunda, karda evsiz, yiyeceksiz ve doğru dürüst giyeceksiz bu insanlar tifo, tifüs ve çiçek hastalığının pençesindeydiler. Anasız kalmış çocuklar ölmüş annelerinin göğsünde süt arıyorlardı... Rus tarihinin yüz karası olan bu acılı sayfa Adige tarihi açısından büyük zararlara yol açtı. Sürgün, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin tarihini ve politik bir birlik olma sürecini uzun yıllar kesintiye uğrattı.”
Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar GAZETELERİ: “Ruslar, Kafkasya’nın tamamını yerle bir ettiler. Köyleri ateşe verdiler. Savaştan sonra da yerli halkları vatanlarından sürüyorlar, onlar da terkediyorlar...”
İng.Elçi LORD NAPİYER: “Çerkeslerden boşaltılan yerlere derhal Slavlar veya başka Hıristiyanlar yerleştiriliyorlar.”
İng. Konsolos GİFFORD PALGRAVE: “17 Nisan 1867 günü tüm Abhazya’yı dolaştım. Rus olmamaktan başka bir suçu olmayan Abhaz halkının böylesine yok edildiğine ve ülkenin tahrip edildiğine tanık olmak çok acı verici...”
İng. Konsolos R.H.LANG: “Samsun’dan çıkan 2718 yolcu Kıbrıs’a geldiğinde 853 kişi ölmüş ve diğerleri de ölüden farksızdı. Günlük ölüm sayısı 30-50 arasındadır” İngiliz Parlamenter M. ANSTEY’in Parlamentoda ki konuşması : “İngiltere’yle ticari ilişkiye girmeye inandırılmış,İngiliz yandaşı yapılmış olan Çerkesya’ya ihanetle suçluyorum sayın Lord Palmerston’u. Hindistan’daki çıkarlarımızla beraber Bağımsız Kuzey Kafkasya’yı bilerek ve iterek Ruslara teslim ettiğiniz için aynı zamanda İngiltere’ye de ihanet ettiniz...”
Lord PALMERSTON 8 yıl sonra aynı parlamentoda konuşurken şunları der: ”Sayın Lordlarım, Çerkesleri kendi başlarına büyük felaketlerle baş başa bıraktığımız doğrudur. Oysa, biz onlardan yardım istedik ve onları büyük fedakarlık ölçüsünde de kullandık...”
Çerkes sürgünü olayını, nedenlerini, Osmanlı İmparatorluğu’nun politikalarını iskan şekillerini ve sayısını inceleyen araştırmacıların görüşleri de özetle şöyledir :
PINSON: “Karadeniz sahilinde Çerkeslerin ölüm oranı % 50’ye yakındır. Sırf Trabzon’da 53.000 kişi öldü. Savaş artığı “yüzen mezarlar” olan gemilerden kaç tanesinin battığı bilinmiyor. Kafkasya’dan Balkanlara sürülen aile sayısı 70.000 ailedir. Edirne: 6.000, Silistre-Vidin: 13.000, Niş-Sofya: 12.000, Dobruca-Kosova-Priştina-Svista: 42.000 ailedir. Yaklaşık 350.000 kişi. Ölüm oranı daha az ve % 15-20 dolaylarındadır...”
Prof. Kemal KARPAT: “Ruslar, Çerkesleri tamamen imha ederek dağların iç kesimlerine, Çerkes mevzilerine doğru adım adım ilerlediler. Teslim olanlara 3 seçenek sundular: a)Kuban vadisine gitmek, b) Çar ordusuna katılmak, c) Hıristiyan olmak. Kabul etmeyenler Osmanlı ile Ruslar arasındaki bir anlaşma uyarınca göç ettiler. 1862-1870 arasında gelenlerin sayısı 1.200.000-2.000.000 arasındadır.
Sahilde ölenlerin sayısı 500.000 den az değildir. Ayrıca Balkanlara giden Çerkes sayısı da 400.000 civarındadır. Halifelik yükümlülüğü, nüfus kazanma ve iyi asker sağlama gibi hesapların olduğu biliniyor...”
NEDİM İPEK: 1829’da başlayan savaş 1863’e kadar sürdü. 1864’te Çarlık hükümeti Batı Kafkasya’daki halkları bir ay zarfında Kafkasya’yı terke zorladı, Rumeli’ye 175.000 Çerkes, Anadolu’ya 600.000 kişi göçürüldü. 1867’den sonra gelenler de Tatarlar dahil 500.000 kişi kadardır.
Gelenler stratejik yerlere yerleştirildi. Çanakkale ve Marmara’da Müslüman erkek azalmıştı. Oraya yerleştirildi. İstanbul’da yakın yerlerde, Suriye ve Filistin’de reisleri şehir merkezine alınıp diğerleri dağınık yerleştirildi. Geleneksel şeflerin otoriteleri kırıldı. Zamanla yerli ahaliye karışıp gittiler.
ABDULLAH SAYDAM: Osmanlı’ya göçlerde çekici etkenlerden çok itici etmenler ön plandadır. Rusların ele geçirdikleri yerlerdeki Tehcir politikası, hiç değişmeden devam edip gitmiştir. Yapılan baskı ve zorlamalar beraberinde tepki olarak göçü getirmiştir. Dolayısıyla göçler Rusya’nın zulmünden kurtuluş olarak görülmüştür. Osmanlıda sırf insani açıdan kapılarını açmıştır. 1.000.000-1.200.000 Kırım ve Kafkaslı geldi.
SÜLEYMAN ERKAN: Rusya, Çerkeslere tümüyle sürgün gözüyle baktığından insanları bir ay içerisinde terke zorladı. Ve dramatik sahneler limanlarda ve deniz yolunda yaşandı. Mallarını yok fiyatına elden çıkartıp günlerce vapur beklediler. Fazla yolcu ve azgın dalgalarda perişan oldular. Binlercesi yolda öldüler. Açık denizdeki deniz kazaları bilinmiyor.
Rusya’nın sürgün politikası 1863’den sonra adeta SOYKIRIM’a döndü. 40-50.000 göçte mutabık iken sadece 1864 baharında 400.000 kişi geldi.
Ermeniler aynı ülke içerisinde bir yerden bir başka yere tehcir edildi. Ruslar ise Çerkesleri bir daha dönmemecesine başka ülkelere sürdü. Batılıların ilgisizliği çifte standarttır.
Ermeni, Pontus soykırımlarını parlamentolarına taşırken bilimsel olarak apaçık olan ÇERKES SÜRGÜNÜ’nün aynı ilgiyi görmemesi üzücüdür.Her ulusun kendi toprağında kendi kültürünü yaşayarak yaşaması esastır. Bu konuda Çerkesler herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık aksiyon birliğini zorlaştırır. Şimdilik Çifte VATANDAŞLIK çıkar yol gibi görünüyor.
1856-1876 arası göç-sürgün rakamları farklıdır. 1.000000-1.200.000 arası gibi 1878-1914 arasında da 500.000 Çerkes geldi. Krasnodar-Lapinsk yöresine yerleştirilenlerden 1889 7a 24.000 kişinin sürülmesi PAN-SLAVİST politikaların etkisiyledir. Kuban’da 106.795 iken sayı 61.231’e düşmüştür.
FAHİR ARMAOĞLU: II. Aleksandre sadece Kafkasya’daki özgürlük hareketini söndürmekle kalmadı. Çerkesleri kendi topraklarından sürmesinin nedeni onların yenilmesi olduğu kadar Rus olmayanları planlı bir şekilde Ruslaştırmadır. Nikolay İLMİNSKİ’nin fikir babası olduğuPAN-SLAVİZM’in devreye konduğu tarihlerle Çerkeslerin sürülüşü aynı tarihtir. Bu politika üç aşamalıdır.
Rusya’ya karşı savaşan ve destekleyenleri savaş suçlusu sayıp sürmek,
Kovulanların topraklarını Ruslara ve Rus Kazaklarına vermek,
Rus olmayanları da Ruslaştırma politikası izlemek. (20.yy. Siyasi Tarihi-Süleyman)
OSMANLI GÖÇ POLİTİKASI: Halife Abdülhamit annesi de Çerkes olduğu için tüm gelen Çerkesleri kabul etti. Oysa anlaşma 40-50.000 içindi.
Stratejik yerlerde denge sağlama (Marmara ve İstanbul’da azalan Türk nüfusu için yerleştirmeler)
Savaşlarda Müslüman erkekler yer alıyordu. Bu nedenle Müslüman erkek azalmıştı. Denge sağladı. Nüfusunu tamamladı.
Balkanlarda, Suriye-Filistin’de-TAMPON- olarak kullanıldı.
Güçlü asker ve özellikle gerilla eksiğini gidermede çok sayıda kullandı.
Tarım alanlarını ıslah edip ekonomisini düzeltme kullandı. Zira Çerkesler hayvancılık ve tarıma yatkındı.
Politik bir örgütlenmeye meydan bırakmamak için Çerkesleri bilinçli olarak dağıtarak yerleştirdi. Geleneksel olarak şeflerine bağlı ve silahlı oldukları bilindiğinden şefleri kent merkezlerine alınırken diğerleri gruplara bölünerek yerleştirildi. Başkalarına Orduda rütbe verdi. Potansiyel tehlike olmalarını baştan önledi. Böylelikle asimile edilmeleri biraz daha kolaylaştı.

ÇERKEZLERDE MİSAFİR AĞIRLAMA

Misafir otururken ev sahiplerinin kendi iç meselelerinden bahsetmeleri ayıptır.
Bir şekilde misafir ile nizahlaşmak,onunla didişme derecesinde iddialaşmak ayıptır.
Misafirin giysilerinin kontrolü,yırtığı veya kirlisi varsa farkedilmesi yıkanıp dikilmesi ütülenmesi evin hanımının görevidir. Bu o kadını küçültmez,aksine güzelleştirir saygınlığını ve değerini artırır.
Yatak yorgan yastık gibi şeylerden ailede olan en iyisi misafire verilir.
Misafirin gidişine sevindiğinizi bir şekilde belli etmek çok büyük ayıptır.

Giyinirken misafire yardım etmek giysilerini tutup ayakkabılarını hazırlamak adettendir.
Misafirin gelişinden mutlu olduğunuzu belirten giderken selametle gitmesini ve bundan sonra da gelmesinden mutlu olacağınız belirten bir kısa konuşma yapmak adettendir.
Misafir giderken bir küçük hediye vermek adettendir.
Evden ayrılan misafir aynı köyde oturuyorsa yol başına kadar eşlik edilir, bir araca binip gidecekse aracına bininceye kadar aileden birisi ona eşlik eder.( Seni kapısına kadar uğurlamayanın evine gitme diyen Adige atasözü vardır)
Misafirin de dikkat etmesi gereken kurallar az değildir :
Gittiğiniz evde geçerli kurallara ve onların durumlarının getirdiği şartlara uymak gerekir.
Ev sahibine saygılı davranmak,söyleneni kabul ederek beğenmediklerinizi de fazla belli etmemek gerekir. (misafirlikte size önerilen wunafe(karar)dir ) anlamında Adige atasözümüz olduğunu hatırlamak gerek.
Misafiri olduğunuz ailenin işlerine karışmak ayıptır.
Nezaketen size fikrinizi sorarlarsa o zaman da onları incitmeyecek şekilde düşüncenizi açıklamaktır münasip olan.
Misafirlikte çok fazla yemek,içmek ve yemek seçmek çok büyük ayıptır.
Sağlığınız nedeni ile olsa bile bölye bir şey yakışıksız kaçar.
Sofraya konuşlan yemeği methetmek bir nezakettir.
Hiç bir zaman unutmamanız gereken bir şey ise; sofrada hiç bir şey
bırakmamacasına her şeyi silip süpürmenin Adigelerde ayıp sayıldığıdır.
Çok sık dışarı çıkıp içeri girmek de pek yakışık alan bir şey değildir Adigelerde. Diğer odaları gezip bakınmak,eşyaları inceleyerek sağına soluna bakıp methetmek imrendiğinizi beğendiğinizi gösteren davranışlar içerisine girmek ayıp sayılır.
Ev sahibi kendisi sizi çağırarak gösterirse bile hiç bir şeyi fazlaca methetmeyin “ güle güle kullanın, iyi günlerde kullanın,daha iyisi ile değişmeyi nasip etsin,uğurlu olsun,mutlulukla kullanmayı nasip etsin” gibi iyi dileklerden birisini söylemeniz yeterlidir.
Misafir ne zaman kalkmak gerektiğini ne zaman gitmek gerektiğini kendisi kavrayabilmelidir, misafirin gitmeyi bilmeyeni de makbul değildir.
Acele ile sofraya gelen yemeği bile bırakıp kaçarcasına gitmek de yakışıksız görülür.
Misafir olduğunuz yerde hoşlanmadığınız bir grubun içine düşseniz de oturup kalkmalarını sohbetlerini beğenmeseniz de ev sahibinin hatırına katlanmak zorundasınız.
Bu tür ortamlar Adige sabrının ve nezaketinin ölçüldüğü en önemli yerlerden birisidir.

ÇERKES DÜĞÜNLERİ ÜZERİNE

Kültürümüzde, gelin alma düğünü denilen “Nıseşecegu” ile “delikanlı düğünü” olmak üzere iki tür düğün vardır. “Delikanlı düğünü”, misafir gelen birini onore etmek ya da eğlence amacıyla daha çok gençler arasında yapılır. Gençler, bayanları toplar ve düğün yaparak kendi aralarında eğlenirler. Orada gençler bir araya gelirler. Bu düğünlerde katı kurallar mevcut değildir ve bunlar daha çok eğlenceye dönük düğünlerdir. Sanıyorum, bu geleneği başka hiçbir kültürde görmüyoruz. “Düğün yaptık” dediğimizde insanlar, “kim evlendi de düğün yaptınız?” diyorlar. Bizim kültürümüzde düğün yapmak için mutlaka birinin evlenmesi gerekmiyor, biz 3-5 kişi bir araya geldiğimizde de düğün yapabiliyoruz, veya bir misafirimiz geldiğinde onun için düğün yapabiliyoruz. Fakat, misafir Thamade pozisyonunda ise düğün yapılmaz.

Gelin alma düğününde yani “Nıseşecegu”de ise, gelinin bulunduğu yere gidilerek gelin getirilir. Bu olay 3 gün, 5 gün, bazen bir ay kadar sürer. Gelin alma olayı özellikle kış dönemlerine, işsiz zamanlara denk getirilir ki, uzun uzun eğlenilsin. Kadın, Çerkes toplumunda çok saygıdeğerdir. Dolayısıyla nazlandırılır. Hele genç kızlar daha çok nazlandırılır. Esasında çağrılmadan, buyur edilmeden genç kız düğüne katılmaz. Bu nedenle, düğünden önce, düğüncü aile, kızlarının (kızları yoksa yakın bir akrabalarının) yanına bir delikanlıyı katarak, ev ev dolaşırlar ve genç kızları düğüne çağırırlar. Düğün yapılır; düğün bozulduktan sonra evlerinden alınan genç kızlar, tekrar evlerine götürülürler.

Çerkes düğünlerinde oturmak yoktur. Yaşlı, genç düğüne katılan kim olursa olsun oturmaz. Sadece evli kadınlar gerilerde bir köşeden düğünü seyrederler. Bunun dışında herkesin ayakta durması, ayakta duramayacakların düğüne katılmaması gerekir. Fakat günümüzde düğün yapılırken kızlar oturuyorlar. Bunun organize edilmesi gerekir. Organize eden gençlerden biri, bir delikanlı veya bir kız oturuyorsa, onu düğüne davet etmeli, onun da düğüne katılmasını sağlamalıdır.

Düğünde erkekler bir tarafa, bayanlar bir tarafa dizilir. Düğün yapılan yerin en emin tarafı kızlara verilmelidir. En sağ başta, “baş koruyucu” denilen birisi durur, onun yanında “jan” tabir ettiğimiz “prenses” durur. Onun yanında da Xhıgebz-thamade durur. Yani herkesin duracağı oyun yeri bellidir. Onun yanında varsa misafir kız, daha sonra toplumdaki sosyal yerlerine göre diğer kişiler, en sonda da düğün sahibi aileden bir kız yer alırlar. Bu kızın yanında da koruma görevi yapan bir erkek bulunur.

Düğünlerde kızlar sırayla oyuna çıkar, erkeklerde ise sıra yoktur. Fakat onlarda gelişigüzel bir şekilde çıkamazlar. Bir delikanlı, bir kızı gözüne kestirmiş, onunla oynamak istiyorsa, o kızın sırasına denk getirir, öyle oyuna çıkar. Kendiliğinden de çıkamaz. “Hatiyako” (düğünde oyuna çıkma sırasını idare eden kimse) dediğimiz kişiyi tembihleyerek, hatiyakonun organizesiyle düğüne çıkar. Düğünün esası budur. Kızlar sıra olduklarında, ablası ya da kendi sülalesinden bir büyüğü olan kız arka sırada dikilir, düğüne katılır ama oynamaz.

Düğünler uzun sürdüğü ve sürekli ayakta durulduğu için grup grup, önce misafirler, sonra diğerleri dinlendirilir ve dinlenenlere ikramda bulunulur. Düğünden dinlenmek için çıkarken büyük olan kişiden izin istenir, geri gelindiğinde tekrar gelindiği bildirilir. Yani şimdi yapılan salon düğünlerinde olduğu gibi düğüne gelişigüzel girilip çıkılmaz.

Gelin alma düğününü kim organize eder? 

Bir aile gelin alacaksa, kendisine yakın olan, o sorumluluğu yüklenebileceğine inandığı, güven duyduğu bir büyüğüne gider, durumu anlatır. “Hayırlı bir işimiz var, bize aracı olun” der. Ve o kişi bir ön toplantı yaptırır. Düğünün organizasyonunda “Ceug thamade”, düğün thamadesi dediğimiz bu kişi ailenin adına tüm sorumluluğu taşır. Toplantıyı o yapar, “wunafe” yi o yaptırır, gelincileri o gönderir, gelinciler geldiğinde o karşılar. Düğünü olan ailenin mensupları ona yardımcı durumdadır. Örneğin; delikanlının küçük kardeşi ve “şavo” (sağdıç) da ona yardımcı olur.

“Hatiyako” nasıl belirlenir? 

“Hatiyako” dediğimiz düğünü idare eden kişidir. Hatiyako da esas “ceug thamade”sine bağlıdır. Düğünden önce yapılan toplantıda o da belirlenir. Zaten köy hayatında, bir küçük yörede, kimlerin ne olduğu bilinir. “Hatiyako”nun işini, sorumluluk, yetenek ve tecrübe isteyen bir görev olduğundan herkes beceremez. Dolayısıyla bu görevi kimin yapacağı hemen hemen bellidir. 



ÇERKES KÜLTÜRÜ DANS

Çerkes Danslarını , ‘‘Wuc’’ler ve ‘‘Khafe’’ler olmak üzere iki ana başlıkta incelenmek mümkündür.

УДЖХЭР ( Wucxer )

Wuc'ler toplu olarak yapılan danslardır. Bu danslar, daha çok ayinsel bir atmosferde ve Tanrılara yakarılırken, topluca eğlenmenin ve coşkunun bir ritüel olarak icra edilmesidir. Wuc, temelde kozmik bir olgudur. Topokozmik döngüye uygun bir oluşum içindedir. Bu oluştan kopmamışlığında wuc, bir ritüel uygulamadır. Genelde, topluca, katılımlı ve genelde Bay – Bayan birlikte icra edilir. Katılımcılığın genel bir niteliği olsa da, kozmik niteliği olması halinde bireysel (tek) uygulanışı örneklerine de rastlanmaktadır.

Kozmik –Topokozmik Nitelikli Wuc'ler

Aİle YaşamIyla İlgİlİ Wuc’ler

DEMİRCİLERİN WUCI

ДЖЭГУ –CEGU- DÜĞÜN

Kozmik –Topokozmik Nitelikli Wuc'ler

Тхьэшхуэ Удж (Theshxue Wuc): Sonbaharda hasattan sonra, alınan ürünler için Büyük Tanrıya bir şükran ifadesi olarak, yaşlı/genç, kadın/erkek herkesin katılımıyla yapılan bir danstır.

Удж хъурей (Wuc xhurey): Kozmik oluşun ve birlik ile yüceliğin ifadesi olan bir wucdır. Büyük törenlerin sonunda finalde yapılır.

Щыблэ Удж (Ssıble Wuc): Yıldırım düştüğü zaman yapılan bir danstır.

TXьэгьэлэдж Удж (Theghelec Wuc): Thağalec adına; verdiklerine şükran için yapılan danstır.

Созэрэщ Удж (Sozeresh Wuc): Sozeresh töreninde, Sozeresh simgesi etrafında yapılan wucdır.

Хъуромаша (Xhuromashe): Abhaz/Adige’lerin yılbaşı olan bahar gün dönümünde (22 Mart) yapılan kutlamalarda, kırda yakılan ateş çevresinde Xhurome Wered eşliğinde yapılan bir Wuc’dır.

Псыхъуэгуащэ Удж (Psıxhueguasse Wuc): Baharda ve akarsuların içinde yapılan danstır.

ПсэтыH Удж (Psetın Wuc): Genel olarak, bir insanın ölümünde yapılmakta olan wuc olarak değerlendirilmektedir.

Aİle Yaşamıyla İlgİlİ Wuc’ler:

Уэзджэн (Wezcen): Kelime anlamından da anlaşılacağı gibi, bir enerjinin/gücün ortaya çıkması ve var olmasının ritüelidir. Muhtemelen çocuk doğduğunda (ataerkillik surecinde yalnız erkek çocuk için uygulanmaya başlanmıştır) aile fertleri tarafından yapılan bir wucdır.

Нысэ Удж (Nıse Wuc): Gelin getirilirken yapılan bir danstır. İki insanın birleşmesi olan bir evlilik, kozmik nitelikli bir olgu olarak wuc ile ritüelleştirilmiştir.

Гуащэ Удж (Guasse Wuc): Son örneklerinde, genellikle aristokrat ailelere mensup genç kızların eğitimlerini tamamlayıp, bir yetişkin olarak sosyal yaşama katılmalarındaki törende yapılan bir Wucdır.

Нэхущ Удж (Nexuss Wuc): Gelin alındıktan sonra, gece boyu devam eden düğününün bitiminde, tan ağarırken yapılan final Wucıdır.

Удж пыху (Wuc pıxu): Günümüzde törensel niteliği bilinmemekle birlikte zamanla estetik değer kazanarak düğünlerde oynanmaya başlamış ve bu şekliyle günümüze ulaşmıştır.

Удж xэш (Wuc Xesh): Wuc Pıxu gibi, törensel niteliği bilinemeyen fakat günümüze düğünlerde oynanarak intikal eden bir Wuc’dır.

DEMİRCİLERİN WUCI:

ГъукIэ Удж (Ghuch’e Wuc): Demirci Wucıdır. Topokozmik niteliği yoktur; Topokozmik döngü ve tarımsal çalışma dışında bir olgu olan Demircilik, başlı başına ve kendine özgün bir olgudur.

КъафэXэP (Khafexer)

Bu danslar topluluk ya da geniş katılımlı olarak kadın-erkek çiftler, çift gruplar halinde ya da solo olarak icra edilir. Wucların varolan kozmik nitelikleri yanında Khafeler daha insani ve sosyal, o denli de pratik ve eğlenceli bir nitelik taşırlar. O ölçüde değişken tempolu ve ritmiktir.

Къафэ (Khafe): Klasikleşmiş ve orta/yavaş tempoda yapılan bir danstır.

ЗэхуэкIуэ (Zefak'ue): Bay-bayan karşılıklı orta-canlı tempoda bir danstır.

Къафэ къуаншэ (Khafe Khuanshe): Çiftlerin orta-canlı tempoda yarım daireler çizerek oynadıkları bir danstır.

Къафэ хъурей (Khafe Xhurey): Çiftlerin orta-canlı ve dairesel dönüşlerle oynadıkları bir danstır.

Къафэ кIыхъ (Khafe Ch’ıh): Klasik Khafe formunda, uzun bir melodi eşliğinde, çiftlerin karşılıklı uzun gidiş-gelişli olarak oynadığı bir danstır.

Уэркъ къафэ (Werkh Khafe): Worklere özgü orta/yavaş bir danstır.

Къажыхь (Khajıh): Çiftlerin koşarcasına oynadıkları, hızlı/canlı dansıdır.

ЕкIуэкI (Yk'uech'): Khajıh benzeri bir danstır.

ПIэтIэлэй (P'et'eley): Gelinin kaynana odasına girişinde Hatiyak’ue ile bir kızın oyunudur. (Khafe Xhurey’e benzer)

Зыгъэлъэт (Zıghelhet): Uçarcasına hızlı oynanan bir danstır.

Лъэпэрыфэ (Lheperıfe): Ayak ucunda ve ritmik tempolu bir danstır.

Ислъамэй (Yslhamey): Hızlı bir oyundur.

ПлIырыплI къафэ (Pl’ırıpl' Khafe): Dörtlü usta dansçıların klasik ve yaratıcı danslarıdır.

Пщащэзакъуэ Къафэ (Pssassezakhue Khafe): Düğün sona erdikten sonra themadeler tarafından düğünde bulunan kızlar içerisinde dans edişi, xabzeye uygun hareket edişi, tavırları ve duruşu göz önünde bulundurularak, bunları en iyi temsilcisi olabilecek genç kız seçilir ve düğün sonunda tek başına dans ettirilirdi.

Щауэзакъуэ Къафэ (Ssawezakhue Khafe): Aynı kurallar göz önünde tutularak bir genç erkek seçilerek ona da tek başına dans ettirilirdi.

Къэмэрыфэ (Khamerıfe): Kama dansıdır. Demircilik ve madencilikle ilgili bir dans olduğu değerlendirilebilir.

ДЖЭГУ –CEGU- DÜĞÜN

Çerkes’ler için düğün; günümüzde bile yaşlı-genç, kadın-erkek her kesimden insanın katıldığı topluca gerçekleştirilen bir törendir. Çerkes’ler, her etkinlikte olduğu gibi düğünlerini de belirli kurallar içinde büyük bir ciddiyet ve dikkatle gerçekleştirirler.

Düğün düzeninin alınması şu şekildedir:

- Hatiyak'ue ( düğün yapıp, dans edecek gençlerin lideri, dans-yönetmeni), Themadesinden düğün kurmak için izin ister.

Themade, düğünün başlaması için izin verince gençler geleneklere uygun olarak düğündeki yerlerini alırlar.

- Kızlara, eve daha yakın olan yönde yer gösterilir.

- Erkekler onların karşısında yer alır ve yaşlarına göre sıralanırlar,

- Düğün esnasında daha yaşlı birisi veya konuk gelirse, baş tarafta yer verilir.

- Müzisyenler, erkeklerin hemen önünde yer alırlar.

- Themade ve yaşlılar erkeklerin sağında, kızlar ile erkeklerin ortasında, düğünün biraz dışında otururlar.

-Kadınlar ise kızların sağında, kızlar ile erkeklerin ortasında; düğünün biraz dışında kalacak şekilde otururlar.

- Kızlar ve erkekler sıralanırken Themade ve yaşlılar ile kadınların önünü kapatmayacak şekilde iki kenarda boşluk bırakırlar.

Düğün düzeninin alınması esnasında Anavatanda şunlara da dikkat edilirdi:

Evin uzağında, açık alanda düğün kurulacağı zaman bayanlara Uasshemaxue (Elbruz) dağına dönük olan tarafta yer gösterilirdi. Herkes yerini ona göre alırdı. Sadece düğünlerde değil açık her alanda her ne sebeple oturulacak olursa olsun, Themadeler Uasshemaxue’ye yakın olan tarafa oturtulurdu.

Düğün düzeni tamamlanıp düğünün başlaması ve sürmesi şöyledir:

- Hatiyak'ue ilk dansı kızların Hatiyak'ue'si ile yaparak düğünü başlatır.

- Erkek ve kızların Hatiyak'ueleri, düğüne katılan bütün kız ve erkeklerin, büyüklerden ve misafir olanlardan başlamak suretiyle dans etmelerini sağlarlardı.

-Themade düğünden iyi dileklerini belirten güzel sözler söyleyerek ayrılır.

Bu biçimde kurulan düğün günlerce devam eder.

Kurulurken olduğu gibi, düğün sürerken de geleneklere uygun hareket edilir. Düğünler, genellikle güneşin doğma vakti, sabaha karşı yapılan Nexuşh Wuc ile sona erdirilir.

ÇERKES YEMEKLERİ

Çerkeslerin yemekleri kendilerine has özellikler taşır. Yemekler daha çok et ve süt ürünlerine dayanır. Sebzeye pek itibar etmezler. Şişmanlığı kınayan Çerkeslerin kuvvetli ve sağlıklı bünyeye sahip olmalarının yemek kültürleri ile doğrudan alakası vardır.
Pasta 
Çerkesler ekmek yerine pasta dedikleri ve ufak darı veya mısır unundan pişirilmiş lâpayı tercih ederler. Pirince daha az kıymet verirler. Pasta yapılacak ufak dârıyı evvelâ ona mahsus tahtadan yapılmış el değirmeniyle çekerek tamamen kabuğunu çıkarırlar. Sonra içindeki beyaz darıyı suda pişirerek pasta yaparlar. Mısırı da değirmene vermeden evvel fırında iyice kuruttukları için pastalık mısır unu bir dereceye kadar kavrulmuş demektir. Bunu da suda kaynatarak pasta haline getirirler. Her nevi pasta istendiği şekle konabilecek derecede katı yapılır. Bazen tuz katarlar bazen katmazlar, pirinci olduğu gibi temizleyip kaynatırlar.
Pastayı şeven denen dibi yuvarlak kulplu demir tencerede kuvvetli ateş üzerinde ve demire temas eden kısmı da kızaracak derecede iyi pişirdiklerinden hamur tadı vermez. Çerkesler sacayağı kullanmazlar. Tencereyi ocağın içine daima asılı duran, istenildiği derecede kaldırılıp indirilebilen ve lehunç-tlexunç adı verilen demir zincire asarak kaynatırlar.
Pastayı karıştırmak için belağ dedikleri küçük bir tahta ve düz kürek kullanırlar.
Tencere yere indirilir belâğla güzel karıştırılıp tekrar asılır. Bu suretle bir kaç defa indirilip bindirilerek iyi bir şekilde pişmesine dikkat edilir. Pasta birlikte yenecek katığa göre sofranın üzerine dâire veya yarım daire şeklinde ince ve uzun olarak konur. Bazen de sofrada bulunacak her misafirin hissesi birbirinden ayrı olarak konur ve bu şekil daha kibar sayılır.
Pasta yekpâre ve daire şeklinde sofraya konursa birlikte yenecek "şıpsı", yağda kızartılmış ve üzerine tereyağı veyahut kaymak konmuş peynir, söğüş et ile yenmek üzere yapılan güzel salça pastanın ortasına oyulan çukura konur. Pişmiş et, kuru peynir, ufak ufak doğranarak pastanın sathına biraz batırılmak suretiyle konur.
Pasta el ile lokma haline getirilerek yendiği için sofradan evvel ve sonra eller behemehal sabunla yıkanır. Temiz peşkirle kurutulur. Hizmet eden sağ eliyle ibriği, sol eliyle leğeni tutar ve dizlerinin üzerine biraz çömelerek suyu döker. Misafirler el yıkamak için yerlerinden ka1dırılmaz. Apleş dedikleri peşkir ekseriyetle kızların ketenden yaptıkları uçları nakışlı, beyaz ve uzunca temiz bir havludur. Fakat yemek yerken kimse kucağına havlu koymaz.
Haluzz-Haluj
Üçken şeklinde yağda kızartılmış peynirli puf böreğine haluz derler. Bir de ince açılmış hamurun içine peynir ve soğan koyduktan sonra yumurta büyüklüğünde veya biraz daha büyük boyda yuvarlak hale getirip suda pişirirler ki buna da psihaluj derler. Su böreği gibidir. Bu börek pek muteber olmadığından ağır misafirlere ikram edilmez. Bazen de suda kaynatıldıktan sonra ve meselâ ertesi gün yenmek istenirse kızartıp da yerler. Haluz sofraya bir sahan içinde olarak konduğu gibi bazen de öylece konur. Koparıp dağıtmamak için el ile tutularak ısırılıp yenir. Haluzz-Haluj pasta gibi ekmek makamında safraya konduğu için yoğurt, kaymaklı süt, tereyağı, bal veya tiritle yenir. Ekseriya hediye olarak akraba ve ahbaplar arasında hediye olarak götürülür. Halujun bir de patatesli cinsi vardır ki bu da şu şekilde yapılır. Patates sayulduktan sonra su içinde kaynatılarak güzelce pişirilir. İçine biraz kırmızı biber, tereyağı, tuz konur ve evvelce hazırlanmış olan açılmış dört köşeli yufka içine konur, yufkanın bir yarım daire şeklinde yapıştırılmasını müteakip biraz durduktan sonra kaynar suyun içine atılır ve kaynatılır. Sıcağı sıcağına yenir.
Meterej 
Katıca hamuru uzunca ve ince yuvarlak bir ha1e koyduktan sonra üçer parmak boyunda keserler. Her parçayı ince çubuklar dan yapılmış beyaz ve temiz sepet üzerinde yuvarlayarak içi biraz boş ve üstü kertikli bir hale getirdikten sonra kaynar yağ içinde kızartırlar. Bu suretle yapılan meterej taneleri hediye olarak başka yere gönderilecek ise ince kınnapa dizilir. Haluj gibi bir sahan içine konur ve onun gibi katıklarla yenir.
Mejag 
Ufak darı unundan yapılmış cıvık bir hamuru yassı bir kap içine koyarak fırında pişirirler. Mejag adını verdikleri bu yemekleri daha büyük yapmak isterlerse fırının içine kızdırılmadan üç parmak kadar yükseklikte olmak üzere çamurdan büyük bir dikdörtgen yada dörtgen yaparlar. Fırın kızınca bu dikdörtgenin içine cıvık hamur kepçe ile dökülerek ağzına kadar doldurulup pişirilir, piştikten sonra fırının ağzını muvakkaten yıkarak çöreği bozulmadan çıkarırlar. Bir tanesi öküz arabasının içine ancak sığar. Mejagtan icap ettikçe baklava biçiminde ufak parçalar halinde kesilerek sofraya konur. Bununla da haluj ile yenen katıklar yenir.
Bedjın 
Yulafın kabuğunu güzelce çıkararak özünü kaynatırlar. Sonra kıvamını buluncaya kadar belağla ça1arlar. Bu bulamacı kaşık ile yerler. Bedjin Avrupalıların "purej"dedikleri yemek ise de ondan lezzetli ve nefis olur. Bedjin sıcak olarak bal şerbetiyle yenir. Biraz yapışkan olduğu için dikkat etmeyenlerin dilini yakar. Bu misafire ikram edilen yemekler arasına girmiyor.
Haluğ ekmek
Ekmeği somun halinde fırında pişirirler. Pide ve yufka yapmazlar. Buğday, mısır unundan yapılan somunlar fırına konurken altının temiz olması için küreğin üzerine genşi meşe yaprağı koyarak fırına atarlar.
Piştikten sonra da sıcak iken yapraklar çıkarılır ve altı güzelce kızarmış olarak servise konur. Çerkesler ekmeği az kullanırlar.
Stir- Çorba 
Stir denen çorbaya Çerkesler çok önem vermezler ve az yerler. Mısır çorbası iki suretle yapılır. Mısır evvela (suxu) de döverek kabuğunu çıkarırlar. Sonra suda pişirerek içine bir miktar süt katılır. Bazen az da olsa fasulye tanesi katarlar. Üzerinde yağla haşlanmış biberli soğan gezdirirler. Bunu öğlen dışında yemezler. Bazen de suhuden çıktıktan sonra mısır taneleri 3-4 parçaya ayrılacak surette el değirmeninde kırılır. Sonra birinci usuldeki gibi pişirler. Ufak darı özünden yapılan çorbalar da aynı şekilde pişirilip hazırlanır ve onlara da süt katılır. Ufak darı çorbası daha kibar sayılır. Çorbalar ekmek ile yenir.
Lepsi 
Et suyudur. Çerkesler bunu çok severler. Taze eti haşlayıp içine biraz tuz koyarlar. Yerken üzerine az miktarda siyah biber ekerler.
Gumilej
Darı (fug) unuyla baldan ve bazı nebatların eklenmesiyle yaptıkları bir nevi ekmektir. Gumilej kuvvetli bir yemektir. Bu nedenle senelerce muhafaza edilebilir. Çerkesler savaşlarda bunları terkelerinde taşırlar.
Söğüş
Çerkesler tâze eti daima söğüş yani haşlama halinde sıcak yerler. Başka şekilde pişirmeyi bilmezler. Haşlanacak et, sofrada bir adam önüne konabilecek büyüklükte olmak üzere parçalara ayrıldıktan sonra kaynatılır. Haşlanmış et iki şekilde sofraya konur. Bazen parçalar tirit olarak büyük bir kâse ile sofraya konur. Bunu kibarlar yapmazlar. Bunun için başlanmış ve biraz soğutulmuş et parçaları her şahsın önüne pasta parçalarının üzerinde konur. Eti bitirip yemek için yapılan cevizli nefis salçalı tabak içinde yahut pasta müdever ise oyulmuş çukura konur.
Leğejağ- Kuru et
Koyun ve semiz sığır etlerini pastırmalık gibi ince ve güzel kesip tuz ve az sarımsakla iki üç gün terbiye ettikten sonra ocağın içinde seyrek çitler üzerine dizerler. Altında çok ıs vermeyen gürgen ağacından mütedil bir ateş yakılır. Arada çevrilerek bir kaç gün zarfında güzelce kurutulur ve nefis bir et olur. İşte bu kuru eti icap ettikçe şişe takarak köz üzerinde güzelce kızarttıktan sonra birer lokma olacak derecede ufak parçalar halinde doğrayıp pastanın üzerine koyup yerler. Bazen de kızartmadan önce ufak doğranır, sonra tava içinde kızartılıp yağıyla beraber pastanın ortasındaki çukura konur.
Şipsi
Meşhur çerkes tavuğu (Şipsi) çoğu cevizden bulamayanlar yağda kavrulmuş undan ve bazıları da süt ilave ederek yaparlar. Şipsi daima pasta ile yenir. Şipsi pastanın oyulmuş ve kenarları biraz çıkık yapılmış büyük çukurun içine doldurulur. Etler de yarısı dışarıda kalacak ve tutulup çıkarılacak surette çukurun kenarına dizilir.
Değelibj 
Kavurma ettir. Etler ufak pârçalara ayrıldıktan sonra kendi yağında kavrulur. Teneke ve kutulara konur yine kendi yağı ile üstü örtülür. Ateşte ısıtılıp pasta ile yenir.
Vedbesim
Kuzu kebabı, hıdrellez kuzusu gibi tandır kebabıdır. Kuzu kesildikten ve iyice temizlendikten sonra yanına baş, ciğer ve böbrek eklenerek sıcak tandıra konur. Tandırın ağzı iyice kapatılarak sıvanır. 2-3 saat bırakıldıktan sonra tandır açılır, ilik gibi pişmiş et bıçakla parçalanır ve tepsiye konur.
Metazz 
İyice yoğrulan mayalı hamur açılır, içine çerkes peyniri, biraz da tuz konarak iki yumurta, hacminde kapatılır. Kaynar suyun içinde iyice kaynatılır, sıcak sıcak yenir.
Seheş
Bildiğimiz sütlaçtır. Aynı şekilde yapılır, sıcak ve soğuk olarak yenir.
Suqu
Bir nevi kuru darı unudur. Erler bunları gıda gibi heybelerine koyarlar, seferlere, savaşlara götürürler, gittikleri yerlerde, dağlarda ateş yakıp suda pişirirler ve yerler. Yahut sıcak süt ilâve edilerek pişirilir, tabağa konur ve soğuyunca üzerine kaymak ilave edilerek yenir.
Adighe kueyej-Çerkes peyniri 
Evvela iki kilo süt ateşe konur. 2-3 gün önceden kalma ekşi yoğurt suyu süt kaynama derecesine varınca yavaş yavaş kepçe ile dökülür. Süt içinde beyaz topraklar, üstünde yeşil su oluşuncaya kadar hafif ateşte kalır. Tel süzgeç ile süzülür. Şekil vermek için 1-2 defa çevrilir ve ılık iken iki tarafı tuzlanır, bir tabağa konur. Böyle taze iken yendiği gibi bir dolaba veya rafa da konularak kurutulur. Uzun bir zaman dayandığından sonraları da yenir.

C E R K E S T O P L U M U Soylular, Köylüler ve Köleler

Her Cerkes hangi soya ve hangi boya ait oldugunu bilir. Ayni soydan herkes birbirini akraba sayar ve aralarinda evlenme yasagi uygulanir.

Geleneksel ve toplumsal yapi Cerkeslerde soy toplulugu (klan) ve boy-kabile yapilanmasi özellikleri tasir. Ortak bir atadan geldigine inanan ve ayni soyadini tasiyan aileler soy topluluklarini (lhepk) olusturur. Ayni Ihepkten olan herkes birbirini yakin akraba sayar ve aralarinda kesin evlenme yasagi uygulanir. Evlenme yasagi anne tarafindan "Ihepek" icin de gecerlidir. Her soyun kendine ait bir damgasi (armasi) vardir. Gecmiste bu soylar, yasadiklari cografi bölgenin veya bagli olduklari prenslerin alariyla anilan Abzeh, Sapsig, Bjedug, Natuhay, Cemguy, Kabardey, Besleney, Hatukay gibi boylari olusturuyordu. Bu geleneksel yapi eski katilikta olmasa da genel olarak varligini sürdürüyor. Akrabalik ve evlilik iliskileri ayni normlarda devam ediyor. Bugün de hemen her Cerkes hangi soya ve hangi boya ait oldugunu biliyor.
Cerkes toplumu, dönemlere, bölgelere ve boylara göre bicimi ve adlari degisse de esas olarak feodal soylardan, özgür kölyülerden, serflerden ve kölelerden olusuyordu. Feodal sinifin tepesine psi denilen prensler bulunuyordu. Psi´lal hükümranliklari altindaki topraklarda kendilerine bagli profesyonel savascilarin gücüne dayanarak halki yönetiyorlardi. Psi, kendisine tabi halkin bütün mülkiyeti üzerinde tasarrufta bulunabilirdi. Bununla birlikte kisisel dokunulmazligi vardi. Feodal düzenin en güclü oldugu Kabardey bölgesinde, "psize´use" denilen büyük prenslerin kongresinde en yasli prens "büyük prens" (psivueliy) secilir ve yardimcilari (psi kuedze) ile birlikte Kabardey´in ic ve dis islerini yönetirdi. 1800´lerin basinda Kabardey bölgesi Rusyanin hakimiyetine girince psilarin iktidari büyük ölcüde sinirlandi.
Prenslerden sonra "birinci derece" özden (soylu) kabul edilen diger üst sinif "tlakotles"lerdi. Hiyerarside onlari ikinci derecede özdenler (dijinigo) izliyordu. Bazi arastirmacilar bu ikisini ayni sinif kabul eder. Büyük toprak sahipleri olan tlakotlesler, adlarinin anlamina (güclü soy) uygun olarak toplumda cok yüksek bir konuma sahiptiler. Cok genis feodal haklari vardi ve bu mirasla gecerdi.
Alt feodal sinifi olusturan vorklar, bagli olduklari psilara ve tlakotleslere silahiyla hizmet eden askeri bir sinfti. Yeni bir vorku himaysine alan psi veya tlakotles, ona vork tin denilen ve genellikle cins bir at, cesitli silahlar, büyükbas hayvan ve topraktan olusan hediyeler verirdi. Vorklar verilen bu topraga "askeri hizmet verme sartiyla" sahip olurlardi. Vasal hizmetinin babadab ogula gecen bagliliginin kosullarina antla tespit edilirdi: Vork, efendisine sadakat ve dürüstlükle hizmet etmeyi, onun düsmanlarini kendi düsmani saymayi, agir bir hakarete ugramadikca baska bir feodale gecmemeyi yükümlenirdi.
Vorklar, bagli olduklari feodale olki cagrisiyla, savasa veya baska bir faaliyete katilmak üzere belirtilen zamanda, belirtilen yerde olmakla yükümlüydüler. Bazi vork ailelerinin savasta bayragi tasimak, meclic kararlarini halka duyurmak, dügün, toplanti, cenaze gibi büyük organizasyonlarda düzeni saglamak gibi görevleri vardi.
Cerkes soylari icin tarla isleriyle. zanaatla, bilimle ve hatta ticaretle ugrasmak ayip sayilirdi. Hayatlarini at üzerinde baskinlarda, savasarak ya da ziyaretlerde gecirirlerdi. Kapisi her zaman herkese acik "haces"te (konuk evi) konuk agirlamak en basta gelen meziyetleriydi.
Üst feodal kesim disinda halkin büyük cogunlugunu tlhokotl yani özgür köylü sinifi olusturuyordu. Kendi özel mülkiyetleri ve köleleri olabilen bu özgür köylülerin bagli olduklari feodallere vergi vermek, belli dönemlerde onlar icin calismak, cagrildiginda ordusuna katilmak gibi yükümlülükleri vardi. Bunlarin bir bölümü zamanla özgürlüklerini kaybederek laguneut ( veya lagunepit), yani feodallerin mülkiyetinde bulunanserfler haline geldiler.
Toplumun en alt sinifi, savaslarda veya baskinlarda ele gecirilmis köleler (psitl ve vuneut) olusturuyordu. Cesitli islerde calistirilirdi, alinip satilabilir veya azat edilebilirlerdi. Köle sahibi olmak kimsenin imtiyazinda degildi; savasta veya baskinda düsmanini ele geciren onu köle yapma hakkina sahipti. Kölelerin cocuklarida köle sayilirdi. Köleler cogunlukla baska halklardan ( Rus, Kazak, Leh, Gürcü, Iranli) ya da düsmanlik güden topluluktan ele gecirildi.An cak cok agir bir suc islemesi halinde bir Cerkes de köle yapilarak satilabilirdi.
Feodal yapi bazi Cerkes boylarinda farklilik gösteriyordu. Karadeniz sahilinde yasayan Sapsiglar, Abzehler ve Natuhaylar 1700´lerin ikinci yarisindan ayaklanarak feodal sinifi tasfiye ettiler ve yaslilarin önderlik ettigi halk meclisleriyle yönetilmeye basladilar. Feodal yapisini koruyan diger Cerkes topluluklarindan gelen kacaklara siginma sagladilar. Bu nedenle sürgünden önceki son dönemde nüfuslari oldukca artmisti. Feodal yapisi en güclü ve karmasik olanlar ise Kabardeylerdi.
Cerkes toplum yapisi, feodallerin haklari ve imtiyazlari sirlanmis olarak Sovyet dönemine kadar devam etti. Sovyet sisteminde tamamen ortadan kaldirildi. Osmanli topraklarinda ise radikal bir tasfiye hareketi olmadi. Feodallerin sürgün ve daginik yerlesim nedeniyle iyice zayiflayan hakimiyeti, büyük calkantilara yol acmadan zamanla ortadan kalkti. Bununla birlikte, özellikle Kabardeylerde eski toplumun izleri bugün de görülebilir. 

Medeni Bir İlişki Tarzı KAŞENLİK

Çerkeslerin günümüze kadar devamlılığını sürdüren geleneklerin birisi de "kaşenlik adetidir. Bu adet bekar genç kız ve erkekler arasında evlilik öncesi dönemde gerçekleşmektedir. Diğer geleneklerde olduğu gibi habze adı verilen kurallarla sınırlıdır. Kaşenlik birbirinden hoşlanan genç kız ve erkekler arasındaki arkadaşlık ilişkisine denmektedir.
Çerkeslerin günümüze kadar devamlılığını sürdüren geleneklerin birisi de "kaşenlik adetidir. Bu adet bekar genç kız ve erkekler arasında evlilik öncesi dönemde gerçekleşmektedir. Diğer geleneklerde olduğu gibi habze adı verilen kurallarla sınırlıdır. Kaşenlik birbirinden hoşlanan genç kız ve erkekler arasındaki arkadaşlık ilişkisine denmektedir.
Çerkes kız ve erkekleri birbirleri ile düğünlerde, toplantılarda, muhabbet ortamlarında birlikte olurlar. Bu toplantılar en yaygın olarak köylerde görülür. Bu tür toplantılarda genellikle bir kaç köyün gençleri biraraya gelir. Sabahlara kadar süren sohbetler, oyunlar ve eğlenceler yapılır. Bu geceler gençlerin birbirlerini tanımalarına yardımcı olmaktadır. Muhabbet geceleri bir eğlence kaynağı olduğu kadar aynı zamanda eğitim yereri de sayılmaktadır. Kızlar ve erkekler belirli bir yaştan başlayarak bu tip toplantılarda çerkes adet ve görenekleri çerçevesinde eğitilirler. Bütün eğlence, düğün ve toplantılarda "thamate" adı verilen bir kişi bulunur.
Kim kimle kaşen olabilir?
Aynı sülaleden olan kişiler kaşen olamazlar. Akrabalık derecesi ne kadar uzak olursa olsun yasaktır. Aynı köyden kişilerin kaşen olmaları hoş karşılanmaz. Bu kural günümüzde biraz yumuşamıştır. Artık aynı sülaleden olmamak kaydıyla kaşenliğe fazla tepki duyulmamaktadır. Muhabbet toplantılarında kızlar ve erkekler karşılıklı otururlar.
Birden fazla kaşen
Gençlerin her toplantıda farklı kaşeni olabildiği için bir Çerkez kızının ya da erkeğinin evleninceye kadar çok fazla kaşeni olabilmektedir. Toplantıda amaç tanışmak, eğlenmek ve kendine uygun bir eş seçmek olduğu için kaşenlik bazen ciddi bazen de şaka halinde ortaya çıkmaktadır. Sayısı fazla olan şaka kaşenliğinin çok fazla bir ciddiyeti yoktur.
Kız ya da erkek birbirlerinin daha önceki kaşenlerine karşı herhangi bir olumsuz tavır takınmazlar. Eski kaşenlerle sosyal ilişkiler kesilmez. Çünkü daha önceki kaşenlerin şaka olduğunu her iki tarafta kabullenmiştir. Kadın ya da erkek eski kaşenleriyle bu benim eski kaşenim diye espri yapabilir. Dolayısıyla kızın ya da erkeğin birden fazla kaşeni olması yadırganmamaktadır.
Evlenmeye vesile olan kaşenlik
Pseluk ile başlayıp daha sonra da devam eden kaşenlik iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan birisi şaka diğeri ise ciddi kaşenliktir.
Şaka kaşenliğine semerko denmektedir. Bu durumda kişiler ciddi olmasalar dahi sırf o geceye ya da bir kaç geceye mahsus olarak kaşen olabilirler. Burada amaç eğlenmek, birbirlerini tanımak bunu yaparken de hoş vakit geçirmektir. Şaka kaşenliğinde kız ve erkek birbirlerine sanki evleneceklermiş gibi meth edici ve övücü sözler söyler. Kaşenliğin bir de ciddi boyutu vardır. Bu durumda birbirlerini beğenen kız ya da erkek evlenmek için arkadaşlık kurmak isterler.
Eğer karşı taraf kabul etmişse diğer toplantılarda da görüşerek bu ilişkiyi devam ettirirler. Fakat ciddi kaşenlikte daha ziyade pisehluk ile başlamaktadır. Erkek bir kaç arkadaşını alarak kızın veya onun herhangi bir akrabasının evine gider. Kızın da mutlaka yanında bir ya da bir kaç arkadaşı bulunmak durumundadır. Burada kıza kaşenlik teklifini sunar. Bu durumda kız ve erkek arkadaşlarının yanında teklifi değerlendirirler. Birbirlerinden beklentilerini ve isteklerini söylerler. Kaşenliğin her iki boyutunun da kendine has kuralları vardır. Kaşenlik eğer ciddi ise ve sonuçta evlilik düşüncesi ile kişiler birbirlerini tanımaya çalışıyorsa bu durumda meclislerde şaka kaşenliği gibi ulu orta gündeme getirilmez. Bu durumda bir çok muhabbette bir araya gelebilirler, bir çok konudan konuşarak birbirlerini daha iyi tanımaya çalışırlar. Fakat ilişkileri diğer kaşenliğe nazaran resmiyet kazanır. Diğeri kadar serbest değildir. Her ne kadar bu kişiler evlilik kararıyla birbirlerini tanımaya çalışsalar da mutlaka evlenecekler diye bir şart yoktur. Eğer bir engel söz konusu ise her iki taraf bu durumdan vazgeçebilir.
Evlenme akdi ve Euç
Kişiler evlenmeye karar verirlerse bu sefer bunu kendi aralarında akitleşirler. Bu durumda da euç denilen bir hediye verilir. Euç söz karşılığı verilen maddi bir hediyedir. Söz verdi anlamına gelir. Kaşenlik neticesinde evlenmeyi kabul etti demektir. Bu hediyeyi erkek bayandan ister. Bayan da kendi insiyatifinde bir hediye verir. Bu hediye bir boyun bağı, mendil, yüzük, bilezik olabilir. Erkek de bunun karşılığında kıza bir yüzük vermektedir.
Bu karşılıklı hediyeleşme durumu sadece kız ve erkek arasında olmaz.
Kızın ve erkeğin yanında arkadaşlarından veya akrabalarından birkaç kişi bulunmak durumundadır. Söz verme ve hediyeleşme hadisesi onların nezaretinde olmaktadır.
Evlenmek amacıyla kaşen olan ve bunu akit altına alan genç kız ve erkekler bu durumda toplumdan ayrı bir yerde yalnız başlarına konuşamazlar.
Onların yanlarında mutlaka arkadaşları da olmak durumundadır. Toplumun dışında ve toplumdan habersiz bir yerde konuşmaları yasaktır. Bu durum evleninceye kadar böyle devam eder.
Eş seçimindeki incelik
Gerek evlenmeye karar veren gerekse sadece bir kaç toplantıda kaşen olan kişiler birbirlerini aileleri ile tanıştırmazlar. Arkadaşları ve o ortamda bulunan kişiler onların kaşen olduklarını bilir. Anne ve babalarına kaşen olduklarını söyleyip birbirlerini tanıştırmaları ayıp olarak karşılanır. Aileler kızın ya da erkeğin kaşenini toplumlardaki diğer kişilerden öğrenerek haberdar olurlar. Ancak evlenme zamanında ailelere bildirilir. Bu durumdan da sadece anneye bahsedilir. Kaşenlik adeti Çerkez toplumunda kızın ya da erkeğin evleneceği kişi hakkındaki kararı kendilerinin vermesini sağlar. Büyükler müdahale etmezler. Fakat evlenmek üzere kaşen tercihi yapan kişiler daha ziyade aile yapılarına uygun toplumsal kurallara ve adetlere riayet edecek kişileri tercih ederler. Bu nedenle birçok toplantıda kızın ya da erkeği hal ve hareketlerini kontrol ederler. Evlilik tercihi yaparken bu tip kişilerle yapmayı isterler. Çünkü çerkes kültüründe toplumsal normlara uygun olarak hareket etmek gerekmektedir. Fertlerden görgü kurallarına gelenek ve göreneklere uygun davranış göstermesi beklenmektedir.
Kız kaçırma
Kaşenlik ile başlayan evlilik aşamasında nişanlılık ve söz gibi durumlara pek rastlanmaz. Bunun en önemli sebebi kaçırma şeklinde evlenmenin gelenek ve göreneklerinde yer almasıdır. Gençler evlenmeye karar verdikten sonra maddi imkansızlıklar, kendisinden büyük başka birinin evlenecek olması gibi sebeplerden dolayı kaçırma şeklinde evlenmeyi tercih ederler. Fakat Çerkes kültüründeki kaçırma şekli diğer milletlerden farklı olarak kendine özgü bir nitelik gösterir. Bu şekilde evliliğin yaklaşması nişan ve söz gibi törenlerin yapılmasını gerekli kılmamaktadır.
Yine kişiler zaten kaşenlik dönemlerinde birbirlerini yeterince tanıdıkları için ayrıca bu tür dönemlere gerek duymazlar. Ayrıca çerkeslerde adetler kişilerin ilişkilerine çok fazla sınırlama getirdiği için bu döneme her iki tarafında katlanabilmesi zor olur. Çünkü nişanda büyüklerde işin içine girerler. Onlarla olan iletişimde konuşma ve görüşme yönünden bir takım güçlükler olduğu için kişiler nişanlı olarak kalmayı pek tercih etmezler. Ancak günümüzde söz ve nişanlılık dönemi Çerkesler arasında da yaygınlık kazanmıştır.
Çerkes milletindeki genç kız ve erkekler genellikle aynı milletten olan kişilerle evlenmeyi tercih etmektedirler. 

Çerkes Kaması

Bir Çerkes''''in lüksü , sahip oldugu silahlarin sayisi ve güzelligi ile ölçülürdü.Kalkar kalkmaz onlari alip inceler , temizler , atesli silahlarin fitilini degistirir , sonra da evinin en önemli odasinin duvarina eve gelecek konuklarin iyi görebilmeleri için simetrik bir biçimde asardi.
Çerkeslerde en pahali silah kincal veya hinjal idi.Yanlarindan asla ayirmadiklari kutsal bir silah olan kincal , iki tarafi keskin ve çeligine çok iyi su verilmis dört santim genisliginde , kırkbes santim uzunlugunda , kurbanin kaninin akmasi için her iki tarafinda derin birer oyuk bulunan bir hançerdi.Dar kabzasi islenmis gümüsten çiviler veya seritlerle süslü olurdu.Siyah kakmalari olan ''''savatlanmis'''' bir gümüs kina konulurdu.
Kincal gümüsle süslü deri bir kemerin ortasina takilirdi.
Bu hançeri büyük bir beceriyle kullanirlardi.Bir Çerkes takip edildiginde kincalini düsmanina firlatirdi ve on metreden de kolay kolay hedefini sasmazdi.Biçaga su verilirken , ölümcül yaralar açmasi için zehirli bir madde kattiklari düsünülürdü.
Çerkesler kemerlerinde bu kamalarin disinda , kabzasi islenmis , maroken bir kilifa yerlestirilmis saska adi verilen bir kiliç tasirlardi.Bu malzemeler bir çift tabanca , bir kamçi ve bir de hayvanlari veya baskinlarda kaçirdiklari kisileri baglamaya yetecek uzunlukta bir iple tamamlanirdi.
Çerkesler 19.yüzyilin baslarinda hala bir yay ve okla dolu bir sadak kullaniyorlardi ama bunun yerini yavas yavas dipçigi dar , gümüs bileziklerle tutturulmus , namlusu kakmali bir tüfek almaya baslamisti.